7 Ekim 2013 Pazartesi

Konuk yazar: Bir süt annelik hikayesi- Hassas Annemiz Süt Anne Açelya anlatıyor


Hamileyken sürekli olarak ya sütüm yetmezse ya da gelmezse diye düşünüyordum. Çünkü ailemdeki birçok kadının sütü gelmemiş ya da bir anda kesilmiş. Sütün gelmesi genetik olduğu için bayağı takmıştım kafaya. Ailecek çok hassas annelerden oluşuyoruz da... Annemin sütü gelmiş ama kardeşimle bana yaramamış. İshal olmuşuz. Ne yapsa ne etse faydalı olmamış sütü.

Kuzenlerin hikâyeleri daha garip, sütleri bir anda kesilmiş. Kâbus gibi anlatıp durdular. “Ben bilmem neye çok kızmıştım. Sabah bir kalktım sütüm yok” “ Evde yürüyorum biri HÖH! dedi. Sütüm kesildi” Allah’ım ben nasıl korkuyorum anlatamam. Bir şey değil bu korku yüzünden sütüm gelmeyecek. Her sabah kalkıyorum karnımı seviyorum, göğüslerimle konuşuyordum. “ Bana bakın bu kadar büyüdünüz bari sarkmanıza değsin valla. Faydalı, hemen kesilmeyen süt üreteceksiniz. Anladınız mı beni?” diyordum.

Eşimi ailemdeki bütün kadınlar tembihliyor. “ Üzmeyeceksin sakın. Hiç bağırmak kavga etmek yok. Kim ne derse desin onu üzecek hiç bir şey yaptırmayacaksın insanlara. Valla çocuğun aç kalır. Görürsün gününü” diyordu. Sanki kavga eden tipleriz ya. Beni üzecekse niye çocuk yapsın ki? Kazayla yapmadık bu çocuğu biz. Şu anda eşim stres emen bir sünger gibi. Hiçbir şeyi yansıtmıyor bana. Ama az kaldı fark ediyorum. Yakında patlayacak. İnşallah başka yöne doğru patlar da sütüm falan kesilmez.:)

Beslenmemle ilgili uzun nutuklar dinliyordum annemden. “ Öyle cips falan yemek yok. Tuz süt üretimi azaltır. Kola da içmek yok şişmanlarsın. Doğum sonrası kilo çok önemli. Protein yiyeceksin. Ben sana her gün yaparım. Zaten 40 gün yanından ayrılmayacağım. Hiiiççç merak etme ” diye bir başlıyordu hiç susmuyordu.

Her şeyin sonunda uzun bir doğum sonrası kızım doğdu. Ameliyathaneden çıktım. Çok fazla ağrım vardı. Sütümün olup olmadığı aklıma bile gelmedi. Düşmüşüm kendi canımın derdine. Hemşire “ Bebeğin emmesi lazım” deyiverince kafama dank etti. “Acaba sütüm var mı ki benim?” O an gözümün önünden gitmiyor. Hemşire kucağına aldı bebeğimi yanıma geldi. Mememe yaklaştırdı. Göğsümün ucu ağzındaydı. Sütüm geliyordu. O anı anlatamam. Şimdi yazarken bile gözlerim doluyor. Epiduralin etkisiyle bir yandan titriyordum, ağrılarım çok fazlaydı. O emmeye başlayınca hepsi geçti sanki. Koklamaya başladım. Mis gibi kokuyordu. Bir anda dünya dondu ve sadece ikimiz vardık. İkimizden mutlusu yoktu bizim için o anda. Belki bir de annem bizim kadar mutlu olmuştur.


Emzirmek bizim için kutsal anlar oldu. Onu kokluyorum, saçlarını seviyorum. Şimdi şimdi o da benim saçımla oynuyor. İlk zamanlar uyansa herkes odadan çıksa, baş başa kalsak, beni emse diye başında bekliyordum. Benim ürettiğim bir besinle karnını doyuruyor. Nasıl bir şeydir bu? Hala aklım almıyor. 

Hele beni sabahları gördüğündeki coşkusu anlatılmaz. Beni yürüyen biberon olarak görüyor farkındayım. Alıyorum yatağından sarılıyorum. Omzuma kafasını koyuyor emmek izin benim hazırlanmamı bekliyor. Emmeye başlıyor. Ben onu seyrediyorum. İkimiz de mutluyuz.

Sonra bir sorun çıktı göğsümde. Hamileliğim döneminde sağ göğsümde büyük bir beze oluşmuştu. Ergenliğimden beri bu bezelerle başım hep dertte. 3 kere bu fibrokistleri aldırmıştım. Genetik ve tekrarlayan bir durum olduğundan devamlı oluşuyor. Menopozdan sonra kayboluyormuş. Yani beni 2-3 ameliyat daha bekliyor. İlk başta küçüktü. Sonra süt bezelerimin büyümesiyle dev gibi oldu. Şimdi hala onun sıkıntısıyla boğuşuyorum. Kızım ilk dönemde güçlü bir şekilde ememediğinden mastit oldum. Ateşlendim. Gripmişim gibi ağrılarım oldu. Hala bu ağrılarım devam ediyor. Dönem dönem ateşleniyorum. Şu an o beze kendi cumhuriyetini ilan etti ve göğsümde yaşıyor. Emzirdiğim için herhangi bir cerrahi müdahale edilemiyor. Bir çok doktora gittim. Hepsi aynı şeyi söyledi “Göğsünü devamlı sağmalısın.” İlk başta kızıma sadece o göğsümü emziriyordum. Ama o emdikçe sütüm daha çok gelmeye başladı. Emzirme mutluluklarımız benim için işkence olmaya başladı. Ağlıyordum, içimden çığlıklar atıyordum. Çünkü yüksek ses çıkarttığımda kızım çok korkuyordu. O halinden çok mutluydu ama ben acı çekiyordum. Sonra baktım sol göğsümü de kaybedeceğim. Sağma makinası aldık. Sağan anneleri gördüğümde kızıyordum. Sağmak çok tuhaf bir şey diye. Sıcak sıcak sütü vermek yerine biberonla süt vermek saçma geliyordu. Anne olduktan sonra bütün büyük laflarımı yuttum zaten. Bu da yuttuğum bir başkası diyerek sağmaya başladım.

Göğsüm kötü olduğundan başlık tam oturmuyor ama beni rahatlatıyordu. En azından o deli gibi acı kalmamıştı. Kızıma sağ göğsümü emzirtiyordum sonra tamamıyla boşalsın diye sağmaya devam ediyordum. Bir hafta filan makinaya yapışık yaşadım. Bir süre sonra sıkmaya başladı. 6 kitap bitirdim sağarken. Sağıyorum sağıyorum dolaba koyuyorum. Buzlukta yer kalmadı. O ara İzmir sıcak olduğundan Urla’ya kaçmıştık. Kayınvalidemde kalıyorduk. Bir gün bir açtık dolabı sütten 100 gram kıyma koyacak yer kalmamış. Gerçekle yüzleşmeliydim. Ya bu sütleri atacaktım ya da verecek birini bulmalıydım.

Çevremde soruşturmaya başladım. Maşallah herkesin sütü paçalarından akıyor. Kimse burnundan kıl aldırmıyor. Kimse istemedi. Çocuk esirgeme kurumunu aradım. Sütlerimi vermek istediğimi söyledim. Kabul etmediler. Sonra bütün gün başından kalkmadığım internette sorayım dedim. Belki bir fikri vardır. Bir anne buldum. Sütü olan annelerle olmayanları buluşturuyor. Mail ve tweet attım. Ertesi gün döndü anne bir aile varmış ve sütlerime talipmiş.

Bende bir heyecan bir gör. Nasıl bir aile? Ne iş yapıyorlar? Annenin neden sütü yok? Kafamda bir sürü soru doldu. Sanki kızımı istemeye gelecekler. Neredeyse gidip kendime kaynana kıyafetleri alacağım güzel görünmek için.

Hemen eşimi aradım. Bütün dünya duymalı ben Süt Anne oluyorum. Sırasıyla herkesi (annemi, kayınvalidemi, kardeşimi vs...) Sonra sütkızımın annesi aradı beni. Karşıdan benim gibi heyecanlı bir anne sesi. "Ooh" dedim. Güzel bir ses. 5. günden itibaren mamaya başlamışlar. Kızları 2,5 aylıkmış. Mamadan fazla kilo alarak gidiyormuş. Yani tombiş tombiş bir kız. Ertesi akşam bize gelmeleri için sözleştik. Elimde stok tutmak istediğimi söyledim. 40 poşetten 30 verebileceğimi belirttim. Temkinli olmalıyım değil mi? Ya bir anda sütüm kesilirse. Amannnn ne yaparım ben? Anlatılar o kadar içime işlemiş ki ödüm kopuyor sütsüz kalırsa yavrum diye. Ama bunu söylemeseydim bu içimi burkan kelimeleri duymayacaktım. "Bir poşet bile verseniz yeter. Yeter ki anne sütü olsun" dedi. Bende olanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu bir kez daha anladım.

                                    ben, kızım, sütkızım ve annesi


31-07-2013 tarihinde yeni bir dönüm noktasına gelmiştim. Kızımın annesi aradı. Eşi de gelmek istiyormuş. Bende aksini düşünmemiştim zaten. Babalar annelerden daha meraklı oluyor eşimden biliyorum. Aileyi tümüyle görmek beni daha mutlu edecek. Sütümü istiyorum ki sıcak sıcak bebeğe içeriyim. Ama benim kız durmuyor. Sütünün gideceğini anladı sanki. Hiç durmadan kıpırdıyor. Gelmelerine yakın sağmaya vakit buldum. Biberonu bir güzel hazırladım. Bayram günü gibi giyindik süslendik beklemeye başladık aileyi.

Sonunda geldiler. Hepimiz heyecanlıyız. Bize dolu hediye getirmişler. Şimdi işin en önemli anı ya sütümü almazsa? Ya tadını sevmezse? Bazı sütannelerde olan bir durummuş. Süt Anne çok baharatlı beslenen bir anneyse bebek sütü almaya biliyormuş. Almazsa bütün hayallerim sönecekmiş gibi oldu. Çok üzüleceğimi düşünmeye başladım. Bir kaç dakikada aklımdan neler geçti neler? Başka çocuğun anne sütüne ihtiyacı yokmuş da sadece onun varmış gibi hissetmeye başladım.

Mutfağa gittik. Elim ayağıma dolanıyor. Bebeğin biberonuna sütü koyduk.” Şimdi sütümü içecek ve benim sütkızım olacak” diye kendimi yatıştırıyorum. İkinci ağır çekimimi yaşadım. Anne bebeğini kucağına aldı. Biberonu verdi. İşte o an dünya durdu. Sütümü içiyordu. Artık ben bir bebek daha besliyorum. Bir anda ağlamaya başladım. Gözyaşları gözümden fışkırıyor. Kelimeler içimde birikiyor hıçkırık olarak dışarı çıkıyordu. Hepimizin gözleri doldu. İçim gitti. Hep aradığı tat buymuş da yeni bulmuş gibi içiyordu. Sağdığım sütün tamamını içmeden bıraktı. Anam dedim ne oluyor? Meğerse doymuş kızım.

Sütkızım ve ailesiyle sürekli görüşüyoruz. Sütkızımı öpüyorum kokluyorum. Normalde annesi dışında bir kucakta durmayan(buna babası da dâhil) kızım benim kucağımda hiç yabancılık çekmiyor. Kokumdan mıdır yoksa ona olan sevgimden midir bilmiyorum. Onu gördüğümde içim gidiyor. Kilo aldı mı boyu uzadı mı kendimle gurur duyuyorum. İnşallah kızımla sütkızım hiç kopmazlar. Süt kardeşlikleri bir ömür boyu sürer ve birbirlerine destek olurlar.

Hayatımı bu iki kızı beslemeye adadım şimdi. Kızımla uzun emme sürelerinden sonra onu uyutup sütümü sağıyorum. Göğsümün acısı zaman içinde daha da artıyor ve bezede büyüyor. Eklem ağrılarım dayanılmaz durumda. Sağmanın göğsüme faydası yok artık. Ama sağmaktan vazgeçmiyorum. Sütkızıma sorumluluğum var. Onu olabildiğince beslemeye çalışacağım. Sütüm olduğu müddetçe ikisine de çok iyi bakacağım.


Süt Anne Açelya
http://sutanne.blogspot.com/
twitter: @sutannee



Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Alper artık harçlık alıyor!


Alper'e bugün ilk defa harçlık verdim. Bundan sonra haftada bir 10 TL harçlık alacak. Bunu kumbarasına koyacak. Bu parayla ne isterse yapacak, isterse hemen harcar isterse biriktirip büyük bir şey alır ya da bağışlar. Kendi karar verecek. Artık 6 yaşında ve 2. sınıfa gidiyor. Böylelikle paranın anlamını ve değerini öğrenir diye düşünüyorum. 

Okulunda kantin yok, sadece su satılıyor o da 50 kuruş ve ben yanına her gün 50 kuruş koyuyorum su için. Okulda öğle yemeği veriliyor, yanına beslenme çantasında meyve ve ceviz badem koyuyorum. Çelik matarasında da su oluyor. Yani bu parayı okulda harcamayacak, oturduğumuz yerde bakkal gibi yerler de yok. Bu parayı ancak beraber oyuncakçıya veya kitapçıya gittiğimizde harcayacak. Ben artık ona doğumgünü ve yılbaşı dışında oyuncak ve kitap almayacağım. O istediği bir şey olursa kendi parasıyla alacak. İsterse 10 TL ile o hafta küçük birşey alacak ya da kendini tutup parasını biriktirecek ve 2-3 ay sonra daha güzel birşey alacak. Bu paranın bir kısmını bağışlamayı veya arkadaşına bunun bir kısmıyla hediye almayı da düşünüyormuş. Bence harçlık alması çok faydalı olacak. Hem paranın manasını hem de değerini daha iyi anlayacak.

Not: Alper burada arabanın arka koltuğunda oturuyor. Arabamız 7 koltuklu olduğu ve 3 sıra koltuk olduğu için önde oturuyormuş gibi görünüyor. Yanlış anlaşılma olmasın diye belirtiyorum.




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Yılda 12 kez ateşli hastalık- Derya Coşkundeniz yazdı

Benim gibi ikiz kız annesi Derya Çoşkundeniz hem tecrübelerini hem de araştırmalarını Posta Gazetesinde yazıyor. Bu yazısı benim ve bilinçli doktorların da görüşünü yansıtıyor. Benim doktorlarım da aynı şeyleri bana söylüyorlar. Çocuklarının sık sık ateşlenmesi tüm annelerin kabusu ama okula giden çocukların sık hastalanmaları çok normal. Büyüdükçe durum biraz daha düzeliyor.

Derya Coşkundeniz'in Posta'daki yazısı:


                          Yılda 12 kez ateşli hastalık

Okulların açılmasıyla birlikte hiç vakit kaybetmeyen kızlarım, ikidir okuldan eve ateşle geliyorlar. Her ateşlendiklerinde ya da burunları aktığında ilaca sarılan annelerden değilim ben.

İnatla uğraşırım o ateşi düşürmek için. Bildiğim tüm yöntemleri denerim. Üstünü çıkarır, yüzünü ve eklem yerlerini ıslatırım ilk önce. Yarım saat geçtiğinde ateş hala duruyorsa bıraktığım yerde, ılık duşa sokarım. Benden daha inatçı bir ateşse karşılaştığım, ve 39'dan aşağı düşüremiyorsam son çare ateş düşürücü veririm.
Okula başlayan çocuklarda çok sık hasta olma durumu normalmiş meğer. Kendimi suçlamakla vakit kaybetmek yerine, durumu kabullenip çözümler üretmeye başladım. 2-3 haftada bir hastalıkla mücadele ederken "nerede yanlış yapıyorum" sorusuyla kendimi tükettim durdum geçen yıl.
Tüm kış, onları en sağlıklı yiyeceklerle besleyip, bitki çayları, arı sütleri ve portakal sularıyla çocuklarımın bünyelerini güçlendirdiğimi düşündüğüm sıralarda, okuldan eve akan bir burunla dönen çocuklar, insanda hayal kırıklığı yaratıyor ister istemez. 

Yine böyle ateşli günlerden birini yaşıyoruz. Doktorumuzdan içimi rahatlatacak açıklama geldi. "Bu yaş grubunda, özellikle okula giden çocukların, yılda 12 kez ateşli hastalık geçirmesi normal kabul edilir. Fakat yaz aylarında çok nadir hastalandıkları ve hatta hiç hasta olmadıkları için, kışın ayda 2 kez ateşli hastalık geçirmeleri anneleri endişelendirir.
Biz 38.5'e kadar ateşlenmelerini normal ve bazen de gerekli buluruz. Ateş, çocuğun hastalıkla mücadele ettiğini gösterir ve bu da olması gereken bir durumdur. İlaçla bunu bastırmak, bünyesinin güçlenmesine izin vermemek anlamına gelir" dedi. Oh be! 

Benim gibi düşünen doktorlar da varmış. En ufak bir ateşte bin tane kan testi isteyen, ilacı dayayın gitsin diyen ya da en kötü senaryoyla ana babaya hayatı zindan eden doktorların esiri olmayın. Çocuğunuzun kronik bir rahatsızlığı yoksa, sağlıklı tüm çocuklar gibi zaman zaman ateşlenip hasta olabileceğini ve bunun normal olduğunu bilin.

Enfeksiyondan korunmak için

Siz yine de tedbiri elden bırakmayın. Kış ayları geldiğinde, hastalığın evimizi ziyaret edeceği aşikar. Bu durumla baş edebilmek zor olsa da, imkansız değil. Bünyeyi ne kadar güçlendirirsek, hastalıktan kurtulmamız da o kadar hızlı olur. Buyurun size bir kaç öneri:
. Bol sıvı tüketmek

. Burun tıkanıklığını gidermek

. Solunum yolunu açık tutmak için buhar tedavisi uygulamak

. Temiz hava almak

. Çok kalabalık ortamlarda durmamak

. El yıkamaya özen göstermek

. Sağlıklı ve dengeli beslenmek

. C vitamini içeren gıdaları tüketmek

. Adaçayı ve ıhlamur gibi bağışıklık güçlendirici çayları tüketmek

. Sigaralı ortamlarda bulunmamak

Derya Coşkundeniz
Bu yazı yazarından özel izin alınarak burada yayınlanmaktadır. Derya Coşkundeniz'e teşekkürler

kaynak: http://www.posta.com.tr/saglik/bebek-cocuk/PostaYazarHaberDetay/Yilda-12-kez-atesli-hastalik.htm?ArticleID=197514





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

6 Ekim 2013 Pazar

Hassas Annelerimizden: Küçük asker önce korkutmuş ama sonra annesini dünyanın en mutlu annesi yapmış

Hassas Annemiz Meryem:
Küçücük bir can...
Anne karnında hayat bulan.
Doğumunla başladı herşeyim;
O minicik gözleri bir daha göremeyeceğim zannettiğim o gün, elveda dercesine baktığın o gün saat 14:09.....
Tam 4 yıl önce bugün! Bekledim bekledim getirmediler seni bebeğim,solunumu yoktu entübe ettik yoğun bakıma götürüyoruz dediler, yaşamaz ümitlenmeyin boşuna beklemeyin dediler, 5 gün bekledim bebeğim, 5 gün 5 asır gibi geçti. Beni çağırdılar bebeğim sağlığına kavuştu , gel sütünü ver diye.
O yutkunma sesin hala kulaklarımda bebeğim. Elimi sımsıkı tutuşun bir daha SAKIN bırakma dercesine......



Çok şükür iyileştin bebeğim, şimdi büyüdün canavar oldun, okula başladın. O minicik bedeninle bu küçük yüreğime kocaman bir sevgi sığdırdın. Her ANNECİİİMM dediğinde milyonlarca kelebek uçuşuyor yüreğimde. 
İyi ki doğdun oğlum, iyi ki varsın,
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN...(DT: 05/10/2009)










Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün


Konuk yazar: Hamile Eğitmeni ve Emzirme Danışmanı Esra Ertuğrul: Doğumdan sonra bizi neler bekliyor?

Doğumdan sonra annede bazı değişiklikler olacaktır ve doğum sonrası dönem her zaman rahat geçmeyebilir.

• İlk iki ile altı hafta süresince adet kanaması gibi, yoğun ve kırmızı renkli kanama olabilir.
Hijyenik kadın bağı kullanılabilir, ancak bu bezlerin en fazla 6 saatte bir değiştirilmesi gerekmektedir. Bu kanamanın rengi pembeden kahverengiye dönüşerek birkaç hafta sonra beyaz bir akıntı halini alır. Kanama fazlalaşır, ateş çıkarsa ya da akıntı kötü kokuyorsa doktora danışılmalıdır. Emziren annelerde kanama daha kısa sürebilir.

• Tuvalet konusunda da sorun yaşanabilir. İlk günlerde idrara çıkarken zorlanılması normaldir ve kabızlık görülebilir. 

Doğumdan sonra mümkün olduğu kadar çabuk ayağa kalkıp yürümeye çalışmak bağırsak hareketlerini de hızlandıracaktır. Annenin bol su içip yediklerine de dikkat etmesi faydalı olacaktır. Annenin tuvaletini yaparken dikişlerinin açılma olasılığı düşüktür ancak hiçbir zaman tuvalette ıkınıp kendisini fazla zorlamamalıdır çünkü hemoroid oluşabilir.

• Doğum sırasında doktor kesi yaptıysa dikişler ilk günlerde ağrı yapabilir. Otururken ve yürürken kesi yerinde rahatsızlık hissedilebilir. Genellikle en geç bir hafta içinde dikişler kendiliğinden düşer ve kesi yeri iyileşir.

Doğumdan hemen sonra pelvis kaslarını çalıştıracak hareketleri yapmak ve dikiş alanına buz torbası koymak faydalı olabilir. Ayrıca bu bölge hep temiz ve kuru tutulmalı, temizlik önden arkaya doğru yapılmalı ve tuvalet kağıdı kullanılmalıdır. Doktor temizlik için bir solüsyon önerdiyse kullanılabilir. Dikişlerde kızarıklık, ağrı ve 38 C ve üzerinde ateş olursa doktorla görüşülmelidir.
Doğumdan sonra anne kendisini iyi hissettiği an banyo yapabilir. Banyonun ilk günler ayakta duş şeklinde yapılması önerilmektedir. Sezaryan ile doğum yapıldıysa dikişler alındıktan sonra ayakta duş alınabilir.

• Uzun süren hamilelik döneminden sonra vücudun eski haline dönmesi altı aydan önce mümkün olmaz.

Altıncı haftada doktor kontrolüne gitmek çok önemlidir çünkü bu haftadan itibaren vücut yavaş yavaş eski haline dönmeye başlamıştır, rahim gebelik öncesi büyüklüğüne döner. Doktor bu kontrolde vajinal muayene yapacak, dikişlerin durumuna bakarak rahimi muayene edecektir. Bu kontrole gidildiğinde doktora hangi doğum kontrol yönteminin seçileceği konusunda danışılabilir.

• Adet görmeye başlamak ise bebeğin nasıl beslendiğine bağlıdır. Bebek emziriliyorsa adet meme verme sayısının iyice azalmasına dek gecikebilir. Bebeğe mama veriliyorsa 4-6 hafta arasında ilk adet görülebilir.

• Doğumdan sonraki üç ay boyunca, bazen daha da uzun bir süre saçlar dökülür. Çünkü hamilelik boyunca hormonlar nedeniyle normalde dökülmesi gereken saçları dökülmemiştir. Bu yüzden şimdi anneye daha çok saçı dökülüyor gibi gelmesi normaldir.

• Doğumdan sonra bebek emzirirken oruç tutmak sağlıklı değildir çünkü gün boyunca yeterli besin ve sıvıyı vücut alamamaktadır. Doğumdan sonra 1 ay kadar demir haplarına devam edilmelidir. Bu sayede gebelik süresince ve doğumda kan kaybedildiği için azalan demir depoları desteklenmiş olur.

• Doğum sonrasında kanama bittikten sonra cinsel ilişki kurulabilir. Kanama varken ilişkiye girmek istenirse eş kondom kullanmalıdır. Haznede kuruluk hissedilirse nemlendirmek için gliserin kullanılabilir. Doğumdan sonra cinsel istekte artma ya da azalma olması normaldir. Hormonal dengenin değişmesi, yaşanılan ortamın değişmesi gibi nedenler bu artma ya da azalmadan sorumlu olabilirler. Önemli olan iki tarafın da birlikte karar vermesi, birbirine anlayış ve uyum göstermesidir. Tabii bu aşamada kadının isteyip istemediği ve durumunun nasıl olduğu en önemli konudur.

Belki de yukarıda belirtilen, annenin vücudundaki normale dönüş sürecinde yaşadıklarından daha önemlisi, annenin, bir başka deyişle “lohusa” nın kendini nasıl hissettiğidir.

Vücuttaki hormonal değişiklikler annenin ruh halini etkiler. Anne zaman zaman kendisini kötü hissedebilir, bir sebep yokken ağlayabilir, alıngan veya sinirli olabilir. Annenin çevresindekilerin hepsi bebeğe ilgi göstermektedir hâlbuki anneyi evde bekleyen bir çok yükümlülükler, belki başka çocuklar vardır. Hayat artık eskisinden çok farklı olacaktır. Anne kendisini şişman ve çirkin buluyor olabilir. Bütün bunlar sıkıntıyı arttırabilir. İşte burada babalar anneye destek vererek sıkıntılarını azaltabilir. Daha önce doğum yapmış arkadaşlarla da konuşulabilir. Bunlar çoğu yeni anne tarafından hissedilir ve normaldir. Hormonal değişikliklerin yol açtığı bu durumu değiştirmek elde değildir. Eğer bu sıkıntılar altı ay boyunca devam ediyorsa bir uzmana baş vurmak gerekebilir.

Anne ilk zamanlarda bebeği bir yabancı gibi görüp hayal ettiğinin bu olup olmadığı konusunda kendisini sorgulayabilir. Belki de onu yeteri kadar sevemediğini düşünüp suçluluk da duyabilir. Kendisine ve bebeğine birbirlerine alışmaları için zaman tanımaları gerekecektir.

Annenin bebeğin bakımıyla ilgili bilgileri arttıkça, onunla daha çok vakit geçirdikçe, onun ne istediğini daha iyi anlayabilir, tedirginlik azalır.

Bebekle geçirilen zamanın etkili olması için dinlenmiş olmak gerekir. İşte onun için o uyuduğu zamanlarda anne de onunla beraber uyuyarak ya da en azından dinlenerek güç toplayabilir. Ev işleri bir süre bekleyebilir. Ev işlerinde, diğer çocukların bakımında ve misafir geldiğinde babalardan veya ailedeki akrabalardan yardım istenebilir.

Babalar
Doğumun yaklaştığını ya da başladığını gösteren belirtilerle birlikte anne adayında bir enerji artışı olacaktır. Baba adayı eşinin bu enerjisini ev temizliği gibi şeylerle tüketmesini önlemeli, bu enerjisini doğuma saklamasını sağlayabilmelidir. Sancıları başladığında eşini sakinleştirmeli, saat tutarak sancıların kaç dakikada bir geldiğine bakmalıdır.

Birlikte nefes alma alıştırmaları yapabilir, eşinin beline masaj yapabilir. Onu rahatlatmak için dudaklarına minik buzlar sürebilir. Sık sık tuvalet ihtiyacı olacağından yardımcı olabilir. Hastane uygunsa eşinin doğum ağrıları çekerken duş almasına yardımcı olabilir.

Eşinin doğum yapmasını beklerken baba adayının da en az eşi kadar heyecanlı olacağı bilinmektedir. Eşine veya bebeğe bir zarar gelecek mi diye düşünüp korkabilir, hiçbir şey yapamadığı için çaresizlik yaşayabilir. Bu duygularla başa çıkabilmek için bir yakınıyla konuşabilir, onunla duygularını paylaşabilir. Yürümek de baba adayını rahatlatacaktır.

Bebek başka bebeklerle karşılaştırılmamalı ve olumsuz yorumlarda bulunmamaya özen gösterilmelidir. Bu gibi yorumlarda özellikle anne kendisini suçlu hissedebilir ve suçluluk hissedebilir. Bu gibi olumsuz duygular sonucunda da annenin sütü kesilebilir. Anneyi suçlayıcı söz ve davranışlardan kaçınmak yerinde olacaktır.

Esra ERTUĞRUL
Hamile Eğitmeni ve Emzirme Danışmanı
http://bebeimgeliyor.blogspot.com
www.twitter/bebeimgeliyor.com


Esra Ertuğrul kimdir?
1974 İstanbul doğumluyum. İ.Ü.Florence Nightingale hemşirelik yüksek okulunu bitirip, Marmara Ü. Sağlık kurumları yöneticiliği bölümünde yüksek lisansımı tamamladım. 2008 yıından beri 'Bebeimgeliyor Doğum ve Sonrası Dönemine Destek programları' adı altında annelere eğitimler vermekteyim. Doğum, bebek, lohusalık, emzirme ve ek gıdaya geçiş konularında seminerler ve danışmanlık hizmeti vermekte olan bir anneyim.
Hayatımda 3,5 yaşındaki oğlum büyük bir yer kaplamakta , onunla zaman geçirmeyi çok seviyorum..




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

5 Ekim 2013 Cumartesi

Ani bebek ölümü sendromu (beşik ölümü) nedeniyle ölen bebek herkesi çok üzdü

Bebeklerinizi 1 yaşına kadar her zaman sırtüstü yatırın lütfen. Yüzüstü yatmak ani bebek ölümü sendromu (beşik ölümü) riskini arttırıyor. Büyüdükçe kendi dönebilir tabii ki ama siz mutlaka sırtüstü yatırın.

Bebeğinin öldüğüne inanamadı

ANTALYA’da 4 aylık Elanur bebek uykusunda nefessiz kalıp can verdi. Bebeğinin ölümüne inanamayan anne Deniz Karatoprak, "Bana oyun yapıyor" diyerek cansız bedenine sarıldı.

21 yaşındaki Deniz ile 22 yaşındaki Mecitçifti, 4 aylık bebekleri Elanur’u cuma gecesi saat 23.00 sıralarında yatağına yatırıp kendileri de uykuya daldı. Cumartesi saat 05.00 sıralarında işe gitmek üzere kalkan Mecit Çakır, kızının hareketsiz yattığını fark edince Deniz Karatoprak’ı uyandırdı. Çift 112’yi ve polisi aradı. Olay yerine önce gelen polis, Elanur’u özel bir hastaneye götürdü. Cansız bebeğe yine de müdahale eden doktorların çabası sonuçsuz kaldı.

’O BANA OYUN YAPIYOR’

Bebeğinin ölümüne inanamayan Deniz Karatoprak, "O bana oyun yapıyor. Yalnızca üşüdü. Çarşaf verin üstünü örteceğim" diyerek gözyaşı döktü. Polisler ve eşi, Karatoprak’ın elinden bebeği güçlükle alabildi. Hastane dışına çıkartılan Deniz Karatoprak, bu kez gelen cenaze arabasını görünce sinir krizi geçirdi. Yakınları tarafından güçlükle tutulan Deniz Karatoprak, evine götürüldü.
Doktorlar, bebeğin yatarken yüzü koyun dönmesiyle nefessiz kaldığını ve bu nedenle boğularak öldüğünü belirtti. Elanur bebeğin cenazesi, Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.

kaynak: http://gundem.milliyet.com.tr/bebeginin-oldugune-inanamadi/gundem/detay/1770498/default.htm


Bu konudaki yazım: http://www.hassasanne.com/2013/04/ani-bebek-olumu-sendromu-besik-olumu.html





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

4 Ekim 2013 Cuma

Hassas Annelerimizden: Hassas Annemiz Ayşe kızının geçirdiği havale nöbetini ve epilepsi teşhisini anlatıyor


19 Haziran sabahı saat 7:30'da 11 yaşındaki büyük kızım yanıma geldi. "Anne gelsene kardeşim yatağında kusmuş ve bana cevap vermiyor" dedi. Yanına gittim ve yoğun bir şekilde kusmuş öylece sanki cansız bir şekilde yatağında yatıyor, "annem neyin var?" diyorum cevap vermiyor, "bebeğim neyin var?" diyorum cevap vermiyor. Kucağıma aldım ve sanki oyuncak bir bez bebek almışım gibi kucağıma yığılıverdi. Kustuğu için kendini kurtaramamış ve boğazını tıkamış bebeğim nefes alamıyordu. Eşim de işi gereği o anda şehir dışındaydı kimse yoktu yanımda yapayalnızdım. Hiç oyalanmadan 112'yi aradım hemen geldiler ve Samsun Tıp Fakültesi Çocuk Acili'ne götürdük. Hiç susmayan siren sesi ve son sürat bir ambulans ama 10 dakikalık yol bitmek bilmiyordu. Ben soğukkanlı olmak zorundaydım çünkü diğer kızım yanımda, fakülteye gidince benden bilgi alacaklar, babamız yanımızda değil, 

"dayan Ayşe salma kendini bebeğinin ve ablasının sana ihtiyacı var" dedim. 

Yavrumu bilinci kapalı olarak acile getirdik ve hemen ilk müdahale yapıldı biraz sonra beni çağırdılar içeri girdim ama sanki bebeğimin üzerini, yüzünü örtmüşler gibi geldi o an yüreğim çok acıdı, bebeğimi kaybettim zannettim çok şükür ki öyle değildi sadece üşümesin diye boynuna kadar örtmüşler sadece bana öyle gelmiş. Gerekli bütün tetkikler yapıldı, bir gece hastanede kaldık ve sonuç 'Epilepsi'. Türü Fokal. 4 sene ilaç kullanacağız. Şimdi iyi çok şükür ondan sonra bir daha nöbet geçirmedi. Ablamız kardeşime yine birşey olacak kaygısı yaşadı onun kısa bir tedavi süreci oldu ve şimdi çok iyi. 

Ben ise çocuklarımın gözünde süper güçlü anneyim ama içimde kopan fırtınaları anlatamam, 19 Haziran gününü zihnimden silmek istiyorum, 4 sene ilaç kullanacağız ve unutmamak için evimizin dört bir yanına 'Dolunay'ın ilacını unutma' diye notlar astım, 1 dakika arayla iki çeşit alarm kurdum, dış kapımıza yatıya gidilecekse ilacı almayı unutma yazılı bir not astım ve 3,5 aydır bir unutma sıkıntısı yaşamadım çok şükür, çünkü ilacı çok dikkatli ve düzenli kullanmamız gerekiyormuş. 

Bizim hikayemiz de böyle işte. Kocaman kocaman öpüyoruz sizleri. Allah herkesin yardımcısı olsun...
Ayşe




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Çocuğunuz beklemediğiniz hareketleri yapabilir, kazalara dikkat!

Hassas Anneler,

Böyle kazalara dikkat edelim. Bebekleriniz ve çocuklarınız hiç yapamadıkları hareketleri birden yapmaya başlayabilirler. Mesela dönemeyen bir çocuk dönmeye başlayabilir ve koltuktan, alt değiştirme masasından düşebilir. Minderi çekemeyeceğini düşündüğünüz 1,5 yaşındaki oğlunuz minderi pencerenin yanına çekip camı açıp 2. kattan düşebilir (arkadaşımın başına geldi neyse ki Allah korudu bir şey olmadı). Buzdolabını açamayacağını düşündüğünüz çocuğunuz buzdolabını açıp kenarda duran ateş düşürücünün yarısını içebilir (bu da bir arkadaşımın kızının başına geldi, midesi yıkandı şimdi çok şükür iyi). Her zaman mümkün olmasa da çocuğunuzdan bir adım önde olmaya çalışın. Hep kötüyü düşünmek olarak almayın bunu, tedbirli olmak olarak düşünün. Bana böyle mesajlar çok geldiği için ben bu siteyi kurduktan sonra iyice tedbirli olmaya başladım o ayrı konu...

Hassas bir annemiz:

Merhaba Hassas Anne. 

6.5 aylık bir kızım var. 3.5 ayından itibaren hareketlenmeye ters dönmeye, yuvarlanmaya başladı. Çevremdeki herkes bana bebeğime dikkat etmemi nasihat ederdi. Çalışan bir anne olduğum için sabahları kalktığımda eşimle kayınvalideme bırakıp işyerlerimize öyle geçerdik. Dün sabah bebeğimi kendi yatağımın üzerine koyup banyoya kadar hemen gidip gelecektim, tak! diye bi ses duyduk... Geldiğimde bebeğim yere düşmüştü.

Aman Allah'ım nasıl bir ihmalkarlıktı bu yaptığım... Kızımı hemen eşim aldı kucağına ben çıldırmış gibiydim, deli divane dönüyordum bacaklarıma vurarak evin içinde. Hemen hastaneye götürdük. Röntgen çekilmesini tavsiye etmedi doktor hanım. Elime bir kağıt verdi, kağıttaki belirtileri yaşarsa getirin dedi. İkna olmadım. Özel sağlık Çocuk merkezine götürdük. Doktorumuz da röntgenin zararlı olacağını söyleyerek; fışkırır şekilde kusma olursa, sarhoş gibi davranırsa, anormal hareketlerine rastlarsanız, gözlerinin biri büyürse, bakışlarında bir tuhaflık değişiklik olursa hemen getirin beyin tomografisi çekelim dedi. Bu aydaki bebeklerin kafatası suyun içinde yüzermiş öyle dedi, beyin kendini korurmuş. 48 saat gözlemledik ters giden bir durumla karşılaşmadık Allah'ıma şükür olsun... Sizden ricam benimle aynı durumu yaşayan Anneler varsa bu konuyla ilgili düşüncelerini ve tecrübelerini yazmaları. Tabii sizin de. Teşekkür ediyorum.

Cevabım:
Geçmiş olsun çok üzücü olmuş ama sanırım 2 günde birşey olmadıysa çok şükür iyi demek oluyor. Tabii gözlemlemeye devam edin. Oluyor böyle kazalar bir daha olmaz inşallah.




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

3 Ekim 2013 Perşembe

Çocuklarınız yürüyen merdivenlerde yaralanmasın!



Çocuklarınız sünger, plastik ve parmak arası terliklerle yürüyen merdivene binerken çok dikkatli olun ve mümkünse sadece asansörü kulanın. Meydana gelen kazalar nedeniyle artık çoğu yürüyen merdivende bu uyarı var. Gerçekten çok ciddi ayakta kırık ve parmak parçalanma kazaları olmuş. Artık hepimizin çocuğunun ayağında bu plastik terlikler ve yağmur botları var çok dikkat etmemiz gerek. 

Bu resmi instagramdaki 1hassasanne hesabımda paylaştım ve Hassas Annelerimiz şunları yazdılar:

acemiannebaba: Şu yürüyen merdivenlerden o kadar çok korkuyorum ki. En son bir anneyi yürüyen merdivenlerden düşmesi sonucu kaybettik. Yetişkinler icin bile bu kadar tehlikeli iken cocuklarımız icin çok dikkatli olmalıyız

ayrisinannesi: Geçen gün optimum alışveriş merkezinde yeğenimin parmak arası terliği sıkıştı. İnanılır gibi değil,saniyeler içinde terliğin önü parçalandı. Neyseki ucuz atlattık. Çocuklara dikkat etmek lazım. aslında uyarı koyuyorlar artık ama insan unutuyor işte

bengu_benekli: Benim de bir arkadasimin kizi ayağini boyle kırmış. Sadece sünger degil plastik her türlü ayakkabı yağmur botu, crocslar hepsi tehlikeli. Zaten artık yürüyen merdivenlerde bu uyarıyı koymaya başladılar...






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

2 Ekim 2013 Çarşamba

Okan Bayülgen'in 'Çocuklarımıza ne yedirmemeliyiz?' programında uzmanların söylediklerinden akılda kalanlar

2 yaşına kadar çocuğun beslenmesi çok önemli. Tüm organları şekilleniyor. Tuz, salça, baharat, salça, bal, çikolata 1 yaşından önce yasak.

Ek besinlere artık "tamamlayıcı besinler" demek lazım. Bu tanım gerçekten çok önemli. Çünkü bebeğin büyümesi ile beraber gerekli besin ihtiyacını "sütü tamamlayacak şekilde verilece gıda". İlk 1 yıl fazla verilmemesi gerekiyor.

Çikolata ancak 2 yaşından sonra az az verilebilir. Çocuk tatlı ile geç tanışmalı. Ne yazık ki Türkiye’de çocuklar çok erken tatlılarla tanışıyor bunu engellememiz lazım. Şekeri her şeye katmasın anneler.

Süt olayı: Badem sütünde kalsiyum yoktur sütün verdiklerini veremez. Çocuk hiç süt içmezse yıllarca sonra içtiğinde o sütü tolere edemeyebilir. Sütün protein bileşimi çok özeldir. Proteinin yapı taşlarını almamız gerekiyor. Süt içinde bunu barındırır. Aminoasitler doku tarafından direkt olarak kullanılabilir. Sütü kaynattığınız zaman önemli derecede protein kaybolur. B2 vitamini yok olur. C vitamini de yok olur. Açık süt olabilir ama hazırlanış şekline dikkat edin. Süt fokurdadıktan sonra 5 dakika tutacaksınız. İneğin sağlığından emin olmanız gerekir. Bu nedenle kontrollü güvenli yerlerden almamız lazım. Pastörize sütü tercih edebilirsiniz. Tetrapak kutularda iç kısımda aluminyum yok, pastorizasyon işleminde kayıp olmuyor. Süt soğuk olarak içilmeyecek. Günde 2 bardak süt içilmesi iyi olur ya da yoğurt, kefir veya ayran olarak da tüketilebilir. Fazlası zararlıdır.

Anne sütü ilk 6 ay su bile vermeden verilmelidir. 2 yaşına kadar verilmelidir.

Yemeğini yemeyen çocuk masadan kalkacak. Arada birşey verilmeyecek. Bir sonraki öğünde yine sofraya oturacak. Anneler çocuğunu yedirmekle kendilerini tatmin etmesinler. Çocuklarıyla aralarında başka türlü bağ kursunlar.

Tüm endüstriyel ürünler çocuklar için risk teşkil ediyor. GDOlu ürünler konusunda endişeler var. Mısır, soya, domates ve çilek riskli olabilir GDO açısından.

Türkiye’de diyabet ve obezite inanılmaz arttı. Erken ergenlik, alerjiler de çok görülmeye başlandı. Çocuklarımızın üçte biri obezite tehlikesini yaşıyor.

Çocuğa yeme dediğin şeyi sen yiyorsan ve çocuk bunu görüyorsa bu onu daha da kötü etkiler.

Çocuklar tatlı olarak bitter çikolata yesin sadece o da çok çok az.

Çocuklar florürsüz diş macunu kullanmalı.

Cips kesinlikle yenmemeli. Çocuklara çok zararlı. Doymuş yağ oranı çok yüksek, ısınmış yağ ve içinde katkı maddeleri ve aşırı tuz var. Kazanda gün boyu 180 derecede yanıyor o yağlar bu nedenle de fast-food da çok zararlı.

Çocuklar için tehlikeli gıdalar: sosis, fıstık, ton balığı fazla yenilince, patates kızartması, salam, cips, fast-food





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

1 Ekim 2013 Salı

DOĞUM GÜNÜ CİVCİVLERİ



5-6 tane patates haşlanıp püre haline getiriliyor. Burun için 1 adet havuç rendeleniyor ve çörek otundan gömlek giydiriliyor üzerine maydanoz yapraklarından da kuyruk oluyor. Size de afiyet ile yemek kalıyor. Doğumgünlerinde çocuklar bayılıyor. Şimdiden afiyet olsun 
Hassas Annemiz Özge





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Özel Anneler: Hassas Annemiz Dilek ikinci yazısında tip 1 diyabet hastalığında beslenmenin öneminden bahsediyor



Sevgili Hassas Anneler merhaba,

Uzun zaman oldu yazmayalı, biz bu zaman diliminde canım oğlumla çok yol aldık diyabetimizle iyi anlaşmaya başladık. Tam 10 ay oldu diyabetli hayatımız. Başta inanılmaz moral bozucu, hayal kırıklıkları, mutsuzluk, isyanlar içinde geçti 4 ayımız. İnsanoğlu her şeye alışıyor derler ya, hem alışıyorsunuz hem de kabulleniyorsunuz durumu.

Evet kabul ettik durumu...Diyabet ömür boyu çocuğumla birlikte olacak, biz de anne ve babası olarak hep yanında olacağız. İnsan hayatı süprizlerle dolu hayatı nasıl yaşamak istersen öyle yaşarsın mutlu olabilmeyi bilmeliyiz, şükretmeyi de... Hastalığınız ne olursa olsun yenmek istiyorsanız kabullenmek ona atılan ilk goldür bence.

Diyabetli hayatın bize ailece çok katkısı oldu. Başta yeme alışkanlıklarımız ve besin çeşitliliğimiz değişti. Diyabetli birey günde 6 öğün beslenmeli. Benim oğlum da günde 6 öğün besleniyor, 8 defa kan şekeri ölçülüyor, 5 defa insülin oluyor. 


Artık soframızdaki yoğurdumuzu kendimiz yapıyoruz, zaman zaman ekmeğimizi de kendimiz yapıyoruz. Soframızda 3 beyaz un, şeker, tuz kullanmıyoruz. Beyaz un yerine tam buğday unu, şeker yerine de doktorumuzun tavsiye ettiği tatlandırıcıyı kullanıyoruz, beyaz ekmek aslaaa tüketmiyoruz. Ve hiç bir şey kaybetmedik.

Önceden sebzelerin adlarını biliyorduk şimdi hepsinin tadını kokusunu biliyoruz, her öğünde muhakkak sebzemiz oluyor çünkü posası şekerimizi dengeliyor. Bu arada biraz stresten ve dengeli düzenli beslenmekten ben de 10 kilo verdim.

Diyabetli bir bireyin bir öğününde olması gereken besin çeşitliliği şu şekilde oluyor:
Karbonhidrat: makarna, pilav, bulgur, tam buğday ekmegi
Protein: et, balık, tavuk, yumurta, peynir, süt ,yoğurt
Vee sebze ya da salata
Her çeşit meyve

Ne kadar da dengeli ve sağlıklı besin tablosu değil mi ? Korkulacak bir şey de yokmuş benim oğlum da her besini yiyebiliyor:)

Sağlıklı her bireyin tükettiği tüm sağlıklı besinleri yiyebiliyor. Diyabetli olması demek muz, kavun, karpuz, dondurma yiyemiyeceği anlamına gelmiyormuş, diyabetli olmak bir öğünde alınması gereken karbonhidrat, protein, sebze, meyvenin içerdiği şeker oranlarını bilmek ona göre dozunda tüketmek tüketirken de ona göre insülin uygulamakmış. Şu anda 1000'e yakın gıdanın içerdiği cho, protein, yağ, şeker oranlarının paketli paketsiz hesaplayabileceğimiz bir kitaba sahipiz. Ayrıca böyle bir çalışma ile diyabetli bireylerin hayatını kolaylaştıran Sayın Doç. Diyetisyen Emel Özer'e ve her zaman her saatte tüm sorularımızı yanıtlayan bize destek veren sevgili Uzman Diyetisyen Nesil Gören Atalay hanıma bloğunuz aracılığı ile tüm diyabetliler adına teşekkürlerimi iletiyorum.

Karbonhidrat sayımını öğrendik, hangi besini hangi saatlerde ne kadar tüketeceğimizi öğrendik, canımız istediğinde dondurma da, pasta da yiyebiliyoruz sık sık değil ama!

Demem o dur ki diyabetinizi siz yönetirseniz ve besin gruplarının içerdiği cho 
(karbonhidrat sayımı) miktarlarını bilirseniz, neyi ne zaman yiyeceğinizi bilirseniz hayat kolaylaşıyor.

Önceden paketli ürünlerle zaten aramız o kadar da iyi değildi, şu anda hiç iyi değil eve asla almıyoruz, bitter çikolata dışında hiç bir paketli ürünü almıyoruz, çünkü düşman orada paketin içinde, pazardan getirdiğimiz filede falan değil.
Üzerlerindeki besin değerleri tablosuna bakınca nasıl bir felaket olduklarını karbonhidrat sayımını öğrendikten sonra anladım, bir dilim paketli kek 45 cho (karbonhidrat sayımı) içeriyor, bu demek oluyor ki oğlumun bir öğünde yemesi gereken menüsü yani;

Bir su bardağı yoğurt
2 yemek kaşı bulgur pilavı
2 servis kaşığı taze etli fasülye 

Çocuklar bir dilimle bazen iflah olmuyor ikiyi üçü yediklerini görüyorum.
Hangi besin grubu sağlıklı tabii ki paketli olan değil di mi? Ben hiç zannetmiyorum zaten hiçbir anne de bile isteye çocuğuna paketli ürün yedirmez, ama lütfen çocuklarımızı paketli ürünler, beyaz un ve beyaz undan yapılan tüm besinlerden fast foodtan uzak tutalım, unutmayalım ki çocuklar yeme alışkanlıklarını ve besin gruplarını anne ve babalarından öğrenirler. Bugün diyabet bizim başımıza geldi bizim başımıza gelen diyabet yeme alışkanlığından değil( bağışıklık sisteminin yanlış çalışmasından) dolayı gelişen bir olay, ama obezitenin önüne geçelim, önce evlerimizde mutfaklarımızda savaş açalım yetişkin diyabetine, çocukluk ve ergenlik yaşlarındaki obeziteye!
Lütfen çocuklarınıza karbonhidrat ağırlıklı menüler hazırlamayın, sebze tüketimini çoğaltın, beyaz ekmek yerine tam buğday, tahıllı, kepekli ekmek tercih edin. Şeker ihtiyacını meyvelerden karşılamasını sağlayın ve spor yapmaya olanak sağlayın. Okullarındaki kantin, büfe ne varsa sağlıklı besin tercihleri konusunda yönlendirin, MEB'in ve Sağlık Bakanlığının obezite ile mücadelede çalışmaları var lütfen etkinliklere katılalım.
Çok yiyen çocuk değil az ve sağlıklı besinler yiyen sağlıklı nesiller yetiştirelim.

Sevgiler selamlar,
Dilek Karadavut

Hassas Annemiz Dilek'in ilk yazısı da harikaydı, okuyun lütfen.



Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Konuk yazar: Tavuk sorunsalını Yeşil Anne Işık Kırgız yazdı


Tavuk konusu hepimizi tedirgin eden yiyeceklerin başında geliyor. Siz nereden alıyorsunuz, organik mi yiyorsunuz soruları geliyor.
Peki hangi tavuk sağlıklı, organik tavuk yesek mi yemesek mi?

Türkiye’de tavuk çok fazla tükettiğimiz bir besin. Mutfağımızda bir çok yemek, tavuk suyu çorbalar, pilavlar yapıyoruz. Tavuk endüstrisi de aslında en büyük ve gelişmiş endüstrilerden biri. Kurumsal bir çok firmamız var. Hepsi konuştuğunda tavukların AB standardında olduğunu, antibiyotik veya hormon, tarım ilacı gibi maddeler vermediklerini söylüyorlar. Güvenilirdir, içiniz rahat yiyin diyorlar.

Bir yandan da uzmanlar tavukların 24 saat uyutulmadığını, doğduğu andan itibaren antibiyotik aldığını, GDO’lu suni yemlerle ve hormonlarla beslendiğini söylüyorlar. 40 günde kesim yapıldığını ve kesimhanedeki tavukların hormonla şişirilmiş, güneş görmeden büyümüş hayvanlar olduğundan yürüyemediklerinden bahsediyorlar.




Beslenme konusunda benim en güvendiğim kişi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi metabolizma bölüm başkanı ve çocuk doktoru sayın PROF.DR. Ahmet AYDIN’dır. Taş Devri Diyeti kitabını defalarca okudum. Ben de bir çok gıda sektöründe uzun yıllar çalıştım, kendim de gözlemledim.

Ahmet hoca diyor ki; Tavuklar uyumadan soframıza geliyor, 40 günde yarım kilo olacakken 1,5 kiloya ulaşıyor. Pişiriyoruz tatsız tutsuz. Peki bu tavuklar nasıl sağlıklı?

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar da tavuklar sağlıklı değil diyor : “Tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu, tavukları büyütme amaçlı kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik vermeye başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak, umutluyum. BESDBİR, ‘Elimizden geleni yapacağız’ dedi. Fakat antibiyotiğin bu şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu Amerikan akademileri bile anlamış değil. Civcive antibiyotiği verirseniz, bağırsak sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz. Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir bölümü bağırsak metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji tüketimi azalıyor.
Güneşe çıkarırsanız civciv sağlıklı gelişeceği için kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece et yapsın isteniyor. Hayvan sonunda patates tarlasında yatan patates gibi, olduğu yerde büyüyen bir hayvan oluyor. Kesimde çalışan bir arkadaşımız anlattı, ‘Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin altında kırıldığını hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da hareket edemiyor’ diyor. 1.7 kilo yemle 1 kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir dönüşüm var mı dünyada?” 
Bir de yeni bir sektör olan organik tavukçuluk sektörü var.
Tavukların gezdikleri, doğal yemlerle beslendikleri 81 günden önce kesilmedikleri söyleniyor.

Pişirildiğinde gerçekten fark var. Daha yağlı ve kokulu, eti daha sert olan tavuklar.

Biz geçen aya kadar yıllardır tavuk almıyorduk ve oğluma da okulda tavuk çıkarsa yememesini söylüyordum. Çevremde, arkadaşlarımda küçük yaşta erken ergenlik yaşayan çok çocuk duydum, gördüm. Erkek çocukların memelerinin büyüdüğünü gördüm. Doktorların ilk yasakladığı besin tavuk oluyor. Bu sebeple yemem de yedirmem de!
Geçen ay ilk defa organik tavuk aldık. Aslında fırında tavuk suyuna pilav üzerinde kızaran tavuğa bayılırım. Düdüklü de haşlayıp, suyuna pilav yapıp fırında kızarttık. Tadı güzeldi, suyu da diğer tavuklarınkine nazaran daha yağlı ,sarı ve yoğun oldu.
Bir de bahçemizde yetişen tavuklarımız var. Bu tavuklar haziran ayında alındı ve 3 ayda geldikleri durum böyle: 

                           

1 kilo var yok, daha hiç yumurtlamadı. Ama bizim tavuklar yumurta tavuğu diğer et için yetiştirilen hayvanlar farklı deniyor. Sebze artıkları ile besleniyorlar. Domates, salatalık, yeşillik v.s..
Bu sebeple organik tavuk konusunda da içim %100 rahat olmadı. 

Ayda 1-2 kere , canımız istediğinde alıp yemeye karar verdik. Belli bir kontrol ve sertifikasyondan geçtiği için standart tavuklar kadar ilaç, hormon içermiyor diye düşündüm. Ancak tamamen doğal şartlarda yetişen tavuklardan da daha büyükler! Tavuğun cinsi ile ilgili olduğunu düşünüyorum, besi için yaratılmış türler olabilir. Tam güvenemedim.

Protein için beslenmemizde, keçi ,koyun eti olmalı, sebze ve baklagil tüketimimizi arttıralım. Mevsiminde temiz denizlerin balığını yiyelim. Hindi eti veya ördek deneyebilirsiniz.

Sizlere de tavsiyem, eğer tavuğun yetiştiği şartları görüp biliyorsanız içiniz rahat yiyebilirsiniz. Ama endüstriyel hiçbir üründen fayda geleceğini düşünmüyorum. Eğer bir yiyecek 300 yıl önce yoksa benim için sağlıksızdır. Buna da tabii ki tüm paketli ve endüstriyel gıdalar, deterjanlar giriyor.

Daha ucuza besleneceğiz diye, verim artacak diye tavuklar ne hale geldi? Evet tavuk ucuz ama biz kalan paramızı paketli meyve sularına, çikolatalara, gofretlere, dondurmalara, fruktoz şuruplu bisküvilere veriyoruz. Ve sağlıksız yaşama devam ediyoruz. Mevsiminde doğal, ekolojik beslensek, paketli gıda tüketmesek, kekimizi kurabiyemizi evimizde yapsak. Hem daha ekonomik hem de daha sağlıklı olur!
Evimizi temizleyeceğiz diye kimyasalları her yere boca etmemeli, doğal deterjan , ekolojik doğal temizleyiciler kullanmalıyız. Önümüz kış, camlar kapanacak, evimizin içindeki hava, dışarıdan daha zehirli bir hale gelecek. Evimiz en çok zamanı geçirdiğimiz yer, evimizin havasının temizliğine gereken önemi vermeliyiz.

Sevgilerimle

Yeşil Anne
www.yesilanne.com




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Hidrobiyolog Levent Artüz denizlerimizdeki kirliliği ve Marmara Denizinde yüzmenin ve midye yemenin zararlarını anlatıyor!

Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi’nin (MAREM) Başkanı Hidrobiyolog Levent Artüz, "Denizde arıtma diye kabul edilebilecek hiçbir unsur yok. Tamamen bir göz boyama. Türkiye’de hiçbir denizde arıtma yok" dedi. Denizlerdeki kirliliğin çift kabuklular üzerindeki olumsuz etkisine de değinen Artüz:
“Kum midyesi, istiridye, kara midye gibi çift kabukluların 90’lı yılların ortasından beri Marmara Denizi’nden çıkarılması yasak. Nedeni ise kirlenme yüzünden çift kabuklularda oluşan toksin organizmalar. Bunların ihracatta muazzam bir potansiyeli var ama insan sağlığına zararlı olduğu için değerlendiremiyorsunuz. Çünkü o kadar zararlılar ki midye yemek yerine pil emin daha az zarar görürsünüz" dedi.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik nedeniyle balık türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. 1954’den bu yana faaliyette olan Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi’nin (MAREM) Başkanı Hidrobiyolog Levent Artüz Marmara Denizi’nin son halini ve mevcut durumununu Taraf gazetesinden Billur Özgül'e anlattı. 17 üniversitenin birlikte yürüttüğü projede Marmara Denizi’nin jeolojisi, oşinografisi (okyanus bilimi), biyolojisi, mikrobiyolojisi her bakımdan araştırılıyor.

Son yıllarda kirliliğin üst seviyeye çıkması nedeniyle denizlerde oksijen miktarının azaldığına dikkati çeken Hidrobiyolog Artüz, kirlenme sürecinin deniz canlıları, insanlar ve çevre üzendeki etkisini şöyle anlattı: “Elimizde Marmara Denizi’yle ilgili 1954’ten beri tutulmuş raporlar mevcut. Çok uzun yazılara konu olabilecek bir değişim söz konusu. Bu değişim 1980’lere dayanıyor. İlk olarak Atom Damalı ve Bedrettin Dalan zamanında İstanbul kanalizasyon projesi master planının revize edilmesi sonucu arıtmaların yapılması yerine atıkların Boğaz’daki alt akıntının taşıyıcı bant olarak kullanılması sonucunda Marmara Denizi kirlenmiştir. O gün bilim insanları buna çok karşı çıktı, bugünkü tabloyu çizdiler. Ama onlara inanılmadı ve proje uygulandı. Yabancı uzmanların o zamanki projeyi değerlendirme raporlarında, ‘Siz bu projeyi uygularsanız Marmara Denizi balıkçılığına noktayı koyarsınız’ yazıyor.”
ÇED raporuna rağmen tüp geçit yapılyor

Marmara Denizi’nde yapılan tüp geçidin etkilerini anlatan Artüz şunları söyledi; “Marmara Denizi’nde ilk tüp geçit Sezai Türkeş ve Fevzi Akaya zamanında gündeme geldiğinde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarında atıkların arıtmadan alt akıntıya verilmesi devam ederken, tüp geçit de yapılırsa vahim sonuçlar elde edileceği raporlanmıştı. Bunların hepsi hasıraltı edildi ve bugünkü duruma gelindi. Hiçbir ölçüme gerek kalmadan beş duyumuzla algılayabileceğimiz düzeyde denizin pis olduğu belli.”

Oğlum denizden mikrop kaptı

Marmara Denizi’nin insan sağlığına yönelik olumsuz etkilerini başından geçen bir olayla anlatan Artüz, “Mesela bu sene Marmara Denizi’nde sörf yarışı yapıldı. Benim oğlum da yarıştı. Ama mikroptan orta kulak iltihabı, ciltte lezyonlar oluştu. Örneğin Florya Menekşe Plajı’na gidin denizde açığa doğru bakın. Kıyıdan 300 ila 500 yar ilerde üç tane şamandıra göreceksiniz. O şamandıralardan İstanbul’un kanalizasyon akıntıları dökülüyo ve siz insanlara ‘Menekşe Plajı’nda denize gir’ diyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir şey değil” şeklinde konuştu.
Sağlık Bakanlığı engel oldu 

Sevinç-Erdal İnönü Vakfı bünyesinde yürütülen proje kapsamında Marmara Denizi’ndeki ağır metallerinin insan sağlığına etkilerini araştırdıklarını ifade eden Artüz çalışmaları sırasında yaşadıkları engelleri şöyle anlattı: “Marmara deniz suyunda bulunan ağır metallerin insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda yaptığımız araştırma, etik kurul iznimiz olmasına rağmen Sağlık Bakanlığı tarafından engellendi. Sebebini bilmiyorum ama çıkacak sonuçlardan korkuluyor galiba. Çünkü biz Marmara Denizi’nin göreceli olarak en kirli ve en temiz yerinde çalışmalarımızı yapacaktık. En kirli yerinde araştırmamızı yaptık, en temiz yeri olan Tekirdağ Hoşköy’de yapacağımız çalışma engellendi. Araştırma için 350 denekten saç ve kan örnekleri alacaktık.”

Boğaz'da fenerbalığı, kılıçbalığı artık yok

Yeni kuşağın 20 yıl önce bulunan birçok balık türünü yiyemediğini söyleyen Artüz sözlerine şöyle devam etti: “Balık türleri çok ciddi bir şekilde yok oldu. İlk önce ekonomik getirisi yüksek türler ortadan kalktı. Onları ekonomik getirisi olmayan türler kapattığı için eksikliği fark edilemedi. Lüfer, palamut azaldı ama av baskısı istavritin, sardalyanın üzerinde olduğu için toplam tonajlarda çok büyük değişim olmadı. Toplam tonajların içindeki tür sayısı azaldı, kirliliğe en dayanıklı türler paltama yaptı. Çok ciddi bir tür erozyonu oldu. 124 tane ekonomik öneme sahip türden 1,5 balık türüne indik. Boğaz’da eskiden olan dülger, fenerbalığı, kılıçbalığını yememiş, kömürcüm karası, çakal eriği gibi Boğaz’da çıkan balık türlerini de duymamışsınızdır bile.”

Atıkları denizin dipine itiyorlar

Haliç’in artık sadece temiz göründüğünü işin aslının öyle olmadığını anlatan Artüz şunları söyledi: “Çünkü tüm kirletici unsurlar kuşaklama kolektörü ile toplanıp Ahırkapı’nın önünden 65 metre derinliğe, denizin dibine hiçbir arıtma yapılmaksın basılıyor. Onun için bunca senedir atıkları toplayan kolektörler, denizin dibine atık basan pompalama istasyonları arıtma cihazı olarak gösterildi. Ama denizde arıtma diye kabul edilebilecek hiçbir unsur yok. Tamamen bir gözboyama. Türkiye’de hiçbir denizde arıtma yok.”

Dünya bize gülüyor

Günümüzde teknoloji geliştiği için mutfakta bulaşık makinesi deterjanı, parlatıcı, lavabo aç gibi kimyasallar kullanarak artık evsel atık değil sanayi atığı seviyesinde kimyasal atık ürettiğimizi söyleyen Levent Artüz şunları aktardı: “Hâlâ biyolojik atıkların arıtılması için çok büyük yatırımlar yapıldığı söyleniyor. Bizim biyolojik arıtmayı 1980’lerde yapmamız gerekiyordu. Bu yüzden ‘Biyolojik arıtma tesisleri için büyük yatırımlar yapıyoruz’ deyince bize gülüyorlar. Bizim artık direkt kimyasal arıtma tesisleri kurmamız gerekiyor. Marmara Denizi’ne elimizden gelen her türlü kötülüğü yapıyoruz. Marmara çok önemli bir koridor olduğu için kirlilikle canlı yaşamını bitirirseniz ne Akdeniz ne Karadeniz sağlam kalır.”

Doğum kontrol hapları balıkları kısırlaştırıyor

Artüz, insanların kullandıkları kimyasal ilaçların kanalizasyon vasıtasıyla denize karıştığını ve balıkları da etkilediğine dikkati çekti: “Doğum kontrol hapları gibi cinsel içerikli haplar kullandığınız zaman idrarınızla dışarı atsanız bile işlevini kaybetmiyor. Bu kanalizasyon ile denize atıldığında aynı işlevi balıklar üzerinde de sürdürüyor. Bu da balıkların üremesinde olumsuz etkiler yaratıyor. Birçok ilaçta da aynı durum söz konusu.”

Sanayiler kâr amaçlı özdenetim yapıyorlar

Sanayiinin de denizleri kirlettiğini ama kâr amaçlı bir şekilde yeterli olmasa da arıtma faaliyetini yürüttüğünü belirten Artüz, “Çünkü sanayii de kirletmek demek kârdan zarar etmektir. Bu yüzden özdenetim yapmak zorundalar. Örneğin klor üretiyorsanız ve atığınızda klor varsa zarar etmiş oluyorsunuz. Onun için mümkün olduğu kadar az kaçak yapmaya çalışıyorlar. Bizim Marmara Denizi’nde en büyük problemimiz evsel atıklar” dedi.


kaynak: http://t24.com.tr/haber/levent-artuz-midye-yerine-pil-emin-daha-iyi/240862





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

30 Eylül 2013 Pazartesi

Hassas annelerimizden: Hassas Annemiz Pınar Başol ikizlerini nasıl spor ve doğa sevgisiyle büyüttüklerini anlatıyor


39 yaşındayım. Her zaman outdoor sporlara ilgi duymuşumdur ve elime geçen her fırsatta doğayla iç içe olmaya çalışırım. Neyse ki eşim de benim gibi yapıda olduğu için bu konuda çok iyi anlaşıyoruz. Özellikle dağcılık, kaya tırmanışı, trekking, bisiklet, orienteering (doğada hedef bulma) gibi outdoor sporlarla son yıllarda çok yakından ilgilendik. Birlikte bir çok macera yarışına katıldık ve dereceler aldık. Bu sporların içinden özellikle orienteering (daha fazla bilgi için www.iog.org.tr) ile çok uğraştım, hatta 2005-2006 yıllarında 2 kez milli takıma bile seçildim. 5 Şubat 2010’da ikiz oğullarım Kuzey ve Deniz doğduğunda kısa bir ara vermek zorunda kalsam da, hamileliğimin son aylarına kadar sürekli ormanlarda, parklarda yürüyordum. Bebekler daha 40 günlükken onları Yıldız parkına götürüp orienteering faaliyetine katılmıştık. 



Çocuklarımızı küçük yaşta anne-babası gibi doğayı seven, çiceklere, böceklere, ağaçlara saygı duyan, doğayı kirletmeyen bireyler olarak yetiştirmeye önem verdik. Hemen hemen her pazar IOG Klubü tarafından orienteering faaliyetlerinin yapıldığı Belgrad ormanına gidiyorduk. Bazen çocuklar için ormanda koşu yarışı yapılıyordu. Tabi adı yarıştı, ama asıl amaç çocuklara sporu ve doğayı sevdirmekti. Kuzey ve Deniz daha 1 yaşındayken "ilk koşularını" yaptılar. 




Hava koşulları hiç önemli değildi. Yağmur da yağsa, soğuk da olsa çocukları ona göre giydirip dışarı çıkarıyorduk. İngilizlerin bir deyimi vardır “There is no bad weather, there is bad clothing”. Yani “kötü hava diye bir şey yoktur, kötü giyinme vardır”. Kirlenmeleri de hiç önemli değildi. Üstlerinin başlarının çamur olmasından hiç çekinmiyorduk.

Bu arada biz de eşimle çeşitli yarışlara katılmaya devam ediyorduk. Çocukların rutinlerini fazla etkilemeden çabucak yarışıp geliyorduk. Sonra da madalyamızı birlikte takıyorduk. Belki o an için madalyayı kemirilecek bir oyuncak olarak görseler de ilerleyen yıllarda ne anlama geldiğini daha iyi anlayacaklardı.



Çocuklar büyüdükçe daha uzun parkurlara çıkabilmek için onları sırtımıza almaya başladık. Ormanın derinliklerine dalıyor, patikalardan, göllerden geçerek tüm doğa güzelliklerini gösteriyor ve anlatıyorduk. Solucanlarla, kurtçuklarla oynamalarına izin veriyorduk :) Onlar bu gezilerden çok mutlu oluyorlardı. Açık havada zaman geçirince ve bol oksijen alınca akşamları çok güzel uyuyorlardı. Açık hava acıktırdığı için yemeklerini de çok güzel bitiriyorlardı.



Temmuz 2012'da çocuklar 2,5 yaşındayken Almanya’nın Goslar şehrinde Masterlar Orienteering Dünya Şampiyonası'na katıldık. Çocuklar ilk defa bir spor ve yarışma alanı görüyorlardı. Avrupa’da aileler her yere çocuklarını götürüyorlardı. Biz de yapabiliriz diye düşündük ve ilk adımı atmış olduk. Çocuklar için de bir parkur hazırlanmıştı ve oyunla karışık çocuklarla spor yapıyor ve birlikte çok keyif alıyorduk. Spor ve doğa sevgisini çocuklarımıza ufaktan ufaktan aşılamaya başlamıştık. 

Bütün çocuklar koşmayı, atlamayı ve zıplamayı çok sever. Doğru yönlendirmelerle bu aktiviteleri minik spor aktivitelerine dönüştürmek çok kolaydır aslında. Arkadaş çevremiz de sporu seven dostlarımızdan oluştuğu için, çocuklar için düzenlenen minik spor olanaklarını yakalamamız daha kolaylaşıyordu. Nitekim bir arkadaşımızın çocuğunun doğum gününde Yıldız Parkı'nda minik bir koşu yarışı düzenlendi. Tüm çocuklar 1.ci oldular, herkes kazandı. Amaç yine sporu sevdirmek, doğru atmosferi yaratmaktı. Artık ikizlerim madalyalarını kemirmiyor, onun yerine boyunlarına takıp gurur duyuyorlardı :) Hızlı koşabildikleri için seviniyor ve yeni arkadaşlar ediniyorlardı.

Bu yaz çocuklar 3,5 yaşına geldiğinde, her yıl rutinleşmesine karar verdiğimiz bir yurtdışı orienteering faaliyetine daha katılmaya karar verdik ve Finlandiya’da düzenlenen Orienteering Dünya Şampiyonası’na katıldık. Hava, atmosfer ve doğa bir harikaydı. Yüzlerce sporcu yarışıyordu. Bir çok çocuk da yarışma alanındaydı. Aileler yarışırken çocuklarını yarışma alanındaki kreşe bırakıyordu ve oradaki öğretmenler çeşitli oyunlarla çocukları oyalıyorlardı. Nitekim organizasyon çocuklar için bir orienteering parkuru de hazırlamıştı. İkizler bu sefer biraz daha bilinç kazanmış olduklarından ellerindeki çipleri doğru yerleştirip hedefleri hızlıca topladılar. Bu arada son sürat koşuyorlardı ve çok mutluydular. Farkında olmadan o kadar uzun bir mesafe ve süre koştular ki biz bile şaşırdık! Yorulmak bilmediler. Enerjilerini boşaltmalarına yardımcı olmuştuk. 

Pek çok araştırma spor yapan çocukların hafızalarının güçlendiğini, reflekslerinin daha hızlı olduğunu ve bu çocukların daha yaratıcı olduklarını göstermiştir. Ayrıca spor yapan çocukların derslerinde daha başarılı olduklarını, liderlik ve özgüven duygularının gelişmiş olduğu da bilinmektedir. Spor yapan bir çocuk, evde televizyon ve bilgisayar başında daha az zaman geçirmiş olur. Televizyon ve bilgisayar başında çok zaman geçiren çocuklar bir süre sonra, gerek hareketsizlikten gerekse fazla abur cubur atıştırmaktan kilo sorunu yaşamaya başlar. Spor yapan bir çocuğun ise, bedeni daha sağlıklı gelişir. Çünkü spor çocuğun kemik ve kas sisteminin düzgün gelişimine katkı sağlar. Bizim evde televizyon 3 yaşından sonra açıldı. Kuzey ve Deniz çoğu zaman televizyon seyretmek yerine ormana gitmeyi, parklarda gezmeyi, koşup oynamayı tercih ettiler. Haftasonları hemen hemen hiç evde oturmuyoruz. Istanbul’un neredeyse tüm belli başlı parklarını dolaştık. En son yaz sonunda bisikletlermiz oldu. Şimdi haftasonu yapacak bir spor aktivitemiz daha var.

Diğer ailelere tavsiyem, çocuklarına küçük yaşta sporu sevdirmeleridir. Örneğin çocuklarını yüzme, cimnastik, futbol, voleybol, basketbol gibi indoor spor faaliyetlerine veya ailece katılabilecekleri outdoor doğa sporlarına yönlendirebilirler. Her çocuğun ilgisini çeken bir spor aktivitesi mutlaka olacaktır. Çocuklar ailelerinden ne görürse onu uygular. Siz de sporla yaşarsanız sizi örnek alacaklardır.




Çocuklarımızı tüm gün boyu televizyon seyretmekten ve bilgisayar oyunlarından uzak tutmak, onların psikososyal ve zeka gelişimine katkıda bulunabilmek, çocuğunuzu sosyal yönden de geliştirmek ve yeni arkadaşlar edinmelerini sağlamak için spor, en ideal seçim ve çözümdür.

Herkese bol sporlu sağlıklı günler dilerim...

Pınar Başol





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün