30 Nisan 2013 Salı

Hazır yiyecekler çocuklarda obeziteye yol açıyor! -Habertürk'ün haberi

    Her dört çocuktan biri şeker, çikolata, gofret; her 5 çocuktan biri de her gün simit, poğaça gibi yiyeceklerle besleniyor

Çocuklar üzerinde yapılan araştırmaya göre, 6-7 çocuktan biri her gün hamburger, sosisli, sucuklu sandviç; her 5 çocuktan biri simit, poğaça; her 10 çocuktan biri şeker içeren gazlı, kolalı içecekler tüketiyor ve her dört çocuktan biri şeker, çikolata ve gofret yiyor.

Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Hilal Özcebe, Türkiye'de okul çağı çocukların (6-10 yaş) büyümesinin izlenmesi projesine ilişkin bilgi verdi.

Çeşitli bölgelerdeki 135 okulda, 6 bin 382'si erkek, 5 bin 919'u kız olmak üzere 12 bin 301 çocuk üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına göre, çocukların yüzde 6,5'i şişman, yüzde 14,3'ü de kilolu olduğunu belirten Özcebe, her 5 çocuktan birinin kiloyla ilişkili hastalıklar açasından risk altında bulunduğunu söyledi.

Özcebe, fazla kiloluk ve şişmanlığın, kan basıncı yükselmesinin, kalp ve şeker hastalığında önemli bir etken olduğuna işaret ederek, obeziteyle mücadele edilmediğinde bu tür hastalıkların görülme sıklığının daha da artacağını vurguladı.

Obezitenin temel nedeninin, sağlıksız ve fazla beslenme ile hareketsiz yaşam tarzı olduğunu dile getiren Özcebe, çalışmaya göre, her 10 çocuktan birinin (yüzde 11,5) her gün şeker içeren gazlı, kolalı içecekler tüketiğini; her dört çocuktan birinin (yüzde 25,4) de şeker, çikolata ile gofret; her 5 çocuktan birinin (yüzde 19) simit, poğaça gibi yiyecekler tükettiğini bildirdi.

Özcebe, "Altı ya da 7 çocuktan birinin de her gün hamburger, sosisli, sucuklu sandviç gibi yiyeceklerden yediği bilinmektedir. Diğer taraftan çocuklar arasında fizik aktivite etkinlikleriyle vakit geçirme azalırken, televizyon ve bilgisayar karşısında vakit geçirme süresi artmaktadır."

"SAĞLIKLI BESLENME DAVRANIŞI ÖNCE MUTFĞA YERLEŞMELİ"

Obeziteyle mücadelede, sağlıklı beslenme alışkanlığı ve fiziksel aktivitenin yaşam şekline dönüşmesi gerektiğine dikkati çeken Özcebe, alışkanlıkların çocukluktan itibaren kazandırılması gerektiğinin altını çizdi.
Özcebe, çocukların söz konusu davranış biçimlerini kazanabilmesinde ailenin önemli yer tuttuğunu ifade ederek, önce anne ve babanın örnek olması gerektiğini söyledi.

Anne babanın çocukların rol modeli olduğunu dile getiren Özcebe, "Aile birlikteliğini korumak, iletişimi artırmak ve sağlıklı olmayı desteklemek için tüm ailenin beraber yapabilecekleri etkinlikleri artırması gerekir. Sağlıklı beslenme davranışı, önce evdeki mutfağa yerleşmelidir" dedi.

"HEM KADINLAR HEM DE ERKEKLER, RİSK ALTINDA"

Obezitenin görülme sıklığının her geçen gün arttığı bilgisini veren Özcebe, Türkiye'de de şişmanlığın önemli bir halk sağlığı sorunu olduğuna işaret etti.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan son verilere göre, 15 yaş üzerindeki nüfusun yüzde 17,2'sinin şişman ve yüzde 34,8'inin fazla kilolu çıktığını anlatan Özcebe, bunun toplumda her iki kişiden birinin şişmanlıkla ilişkili hastalıklar açısından risk altında olduğu anlamı taşıdığını vurguladı.
Özcebe, şöyle devam etti:

"Kadınlarda şişmanlık oranının yüzde 20,9, erkeklerde yüzde 13,7'dir yani, kadınlar daha fazla şişmandır. Kadınlar arasında bu sorun daha büyük boyutlardadır. Ancak fazla kiloluluk açısından erkeklerin de risk altında olduğu görülmektedir. Fazla kiloluluk erkeklerde yüzde 39 iken kadınlarda yüzde 30,4'tür. Sonuç olarak, Türkiye'de hem kadınlar hem de erkekler, kilolu olma ve şişmanlık açısından risk altındadır."

Şişmanlık oranının 2010 yılında yüzde 15,2'den 2012'de yüzde 17,2'ye yükseldiğine dikkati çeken Prof. Dr. Hilal Özcebe, şunları kaydetti:

"Bu önemli bir artıştır. Toplumda her 200 kişiden ikisi hastalık boyutunda kilolu hale gelmiştir. Fazla kiloluluk açısından da 2008'de yüzde 32,4 olan oran 2012'de yüzde 34,8'e çıktı. Yani, her 100 kişiden dördü daha kilolu. Bu durumda her 100 kişiden altısının şişmanlıkla ilgili hastalıklara yakalanma olasılığı yükselmiştir."

kaynak: http://www.haberturk.com/saglik/haber/840301-cocugunuzu-hazir-yiyecege-alistirmayin





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Anne oldum anladım- Hassas Annemiz Merve Aydın'ın yazısı


"Anne olunca anlarsın" derdi annem...
Öyleymiş...
Anne olunca anladım...
İki kızı evlendi , oğlu askerde.
Biz olmadan nasıl yaşıyor annem , nasıl zor nefes alıyor ?
Anne oldum, anladım..
Gece gündüz demeden, uykusuz, yorgun, argın hiç tereddütsüz bakıp büyüttüğü bizler O'nu azıcık üzdüğümüzde nasıl canı yanarmış
ya da herhangi birimizin canı yandığında nasıl içi parçalanırmış...
Anne oldum, anladım...
Evlenmek istediğimde karşı çıkardı annem, daha küçüksün biraz daha bekle derdi.
İsyan ederdim, karşı gelirdim.
Meğer beni düşünürmüş annem. Evlilik zormuş, sorumlulukmuş , hasretmiş anneye babaya...
O'nun gözünde hala küçücük bebek olduğum için kaldıramayacağımı düşünürmüş ondanmış korkusu...
Anne oldum, anladım...
Anne olmak çok farklı bir şeymiş. Hep söylerlerdi.
İnsan sonradan aşık olup bu kadar bağlanacağını bildiği bir varlığa ilk doğduğunda nasıl da korkuyla bakabiliyor. O'na bakamama korkusu, sorumluluk, ya bir şey olursa'lar...
Tüm bunlar bir nebze de olsa ilk doğduğunda bebeğini tam sevmeni engelliyor. En azından bu benim için öyleydi.
Ama şimdi; gözümü kapadığımda bile O'nun o güzel yüzü, gülüşü, minik elleri, ayakları canlanıyor hayalimde. Yanımdayken bile özlüyorum kokusunu. Bir kere öpmek yetmiyor.
Bir daha bir daha bir daha...

Anne olmak çok farklıymış...
İnsana bir çok özellik katarmış. En başta güzelleşiyorsun bir kere.
Tüm anneler KRALİÇEDİR. Çünkü Prens/Prenses dünyaya getirmiştir.
Uğraşsanız bütün hayatınız boyunca bir anne kadar güzel olabilir misiniz?
O'nun kadar güzel kokabilir misiniz?
Anne olmak olduğundan kat kat daha şefkatli olmakmış. Daha merhametli, daha duyarlı. Senin çocuğun olmadığı halde başkasının
çocuğu için endişe taşır mısın? Üzülürsün sadece. Ama anne olduğunda başka birinin çocuğuna bile bir şey olduğunda için acır. O'nu anlamak terimi bu noktada gerçekten O'nu anlamaktır. Kendini O'nun yerine koymaktır. 'Ya benim bebeğime de bir şey olursa'dır. Başkasının bebeği için içimin parçalandığını hissedip ağladığımda anladım.

Anne olmayı kelimelerle anlatamazsın mümkün değil. 
Sabahlara kadar uyumayıp, sabah yine hiç eksiksiz sevebilmektir 'Anne Olmak'. O'nun için endişe taşımaktır.
O'na bakarken ağlamaktır; mutluluktan, sevgiden, korkudan, O'na gelecek zarardan.
Tek bir gözyaşının içinde saklıdır tüm bunlar.
"Anne olunca anlarsın" derdi annem.
Anne oldum anlıyorum. 

Ve annemi daha büyük bir aşkla, daha büyük bir hasretle seviyorum.
Hiç bir şeyin değeri kaybedilmeden, ya da ayrı kalınmadan bilinmiyormuş.
Bir şey daha var anne olmakla ilgili.
Anne olmak güçlü olmakmış, dayanıklı olmakmış, sabretmekmiş.
Annemin çocuklarından ayrı olduğunda nasıl yaşamaya çalıştığını düşündüğümde anladım.
Çocukların hayallerinde çizgi kahramanlar vardır ya.
Aslında en güçlü, en süper, en sihirli kahraman annemmiş...
Anne olunca anladım...

Hassas Annemiz 
Merve Aydın



Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

29 Nisan 2013 Pazartesi

çocuklar için minik sebzeli köfte


Hassas Annemiz Meral dünya tatlısı kızına yaptığı sebzeli köftenin tarifini göndermiş. Ellerine sağlık.


                                           MİNİK SEBZELİ KÖFTE
Malzemeler:

150 gr kıyma
2 diş sarımsak rendesi
1 kabak rendesi
1 havuç rendesi
1 küçük patates rendesi
2 dilim kaşar peynir rendesi
Bir tutam toz nane
biraz tam buğday unu

Malzemeleri karıştırıp köfte kıvamına getiriyoruz. Sonra şekil verip tam buğday ununa buluyoruz.
Ardından küçük bir tencerede su kaynatıp biraz zeytinyağı ilave ediyoruz ve minik köftelerimizi içine atıp pişiriyoruz. Afiyet olsun.



Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

28 Nisan 2013 Pazar

Gece kuşlarına duyurulur: Uykusuz kalmak kilo aldırıyor

Verimli bir uykunun sağlımıza ne kadar faydası olduğunu hepimiz biliyoruz, peki sizi zayıflattığını veya zayıf tuttuğunu biliyor muydunuz?

Uykusuz geçen bir gece belki sizi hemen şişmanlatmaz ama verimsiz uyku alışkanlık haline gelirse hormonların ve metabolizmanın bozulması kilo alımına yol açabiliyor. Chicago Üniversitesi'ndeki araştırmacılar iyi bir gece uykusundan mahrum kalmanın kilo alımına veya vücudun yağ yakımı kapasitesinin azalmasına yol açabileceğini söylüyorlar. Uzmanlar az uyumanın iştahı arttıran ghrelin hormonunun vücutta daha fazla salgılanmasını sağladığına inanıyorlar. Kanada'daki Laval Üniversitesi'nde yürütülen bir çalışmada günde 5 saat uyuyan insanlarda iştahı arttıran ghrelin hormonunun günde 8 saat uyuyan insanlara göre yüzde 15 daha fazla olduğu bulunmuş.

Dr. Timothy j. Sharp: "Günde kaç saat uyuduğunuzu değil, sabah gözlerinizi açtığınızda nasıl hissettiğinizi önemseyin" diyor.

Dr. Bank ise şöyle diyor: "Uykusuz kaldığımızda neler olacağını biliyoruz ama iş, sosyal aktiviteler ve sorumluluklar nedeniyle uykudan vazgeçebiliyoruz. Uykusuz kalmanın yan etkileri kilomuzu etkiliyebiliyor. Uykusuzluk kötü goda seçimlerine, spor için enerjimiz kalmamasına ve metabolizmamızın  düşük olmasına yol açabiliyor. Bunları aşabilmek için günlük hayatımıza sporu katmalıyız. Spor hem uykusuzluğu tetkleyen stresimizi azaltır hem de uykuya dalmanızı kolaylaştırır. Ama uyku saatinize çok yakın saatlerde spor yapmayın çünkü vücut ısınızdaki yükseliş uykuya dalmanızı zorlaştırabilir."

 

Uykuya dalmak sizin için zorsa, neler yapabilirsiniz?

  • Kendinize rahatlatıcı bir uyku zamanı rutini oluşturun.
  • Uykusuzluğunuza nelerin neden olduğunu belirleyin ve bunları düzeltecek adımları atın. 
  • Sporu hayatınıza katın
  • Yatak odanızda bilgisayar, televizyon ve müzik seti olmasın. Yatak odanızı sadece uyku ve aşk merkezi haline getirin. 


kaynak: www.hungryforchange.tv/article/can-sleep-deprivation-cause-weight-gain





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

26 Nisan 2013 Cuma

Angry Birds hayranları ve annelerine duyurulur, Angry Birds oyununun gerçeğini yarından itibaren Marmara Forum'da oynayabilirsiniz.




Angry Birds hayranı çocuklarınızı mutlaka Marmara Forum'a götürün derim.  Dijital ortamda oynadıkları oyunu gereçek hayatta oynama fırsatları olsun. Gerçek bir sapanla kocaman bir angry bird atarak kuleleri yıkabilirler. Atması biraz zor ve 8-9 yaşından küçük bir çocuğun tek başına atması biraz onu onu da söylemem lazım ama bu oyunu görünce bayılacaklar. Alper'i Angry Birds etkinliğinin bugün başladığını düşünüp Marmara Forum'a götürdüm ama bir baktık etkinlik yarın başlıyormuş. 1 saatlik bir yoldan gelmiştim ve Alper'le yol boyunca bunu kaonuşmuştuk, yıkılacaktı oğlum. Neyse ki durumu anlatınca sağolsunlar henüz açılmayan etkinliğe girip atışlar yapmasına ve oyunu gezmesine izin verdiler. ne kadar teşekkür etsem azdır. Alper bayıldı tabii ve gözlerine inanamadı. benim hatam ve oradaki insanların iyi kalpliliği sayesinde oyunu ilk oynayan çocuk oldu :) Sanal ortamda gördüğü birşeyi gerçek yaşamda görmek ve oyunu oynamak inanılmaz hoşuna gitti. Zamanınız olursa siz de minik kızgın kuşlar hayranınızı 5 Mayıs'a kadar götürün.




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

25 Nisan 2013 Perşembe

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu:"o çocuk çürüyor!"

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu Siyaset Meydanı programında şu anda şöyle diyor:
"Çocuğa şeker, kızartma, kola vermişler, sonra bize getiriyorlar
 "Bu çocuk neden kilo alıyor?" diye soruyorlar.

Halbuki şöyle sormalılar.

"Bu çocuk neden çürüyor?"

O çocuk çürüyor.
O şekerleri, kızartmaları, kolaları tükettikçe o çocuk çürüyor. Bırakın şekeri, kızartmaları, kolaları bal, pekmez ve hatta meyveler kesinlikle çok tüketilmemeli. Bal o kadar da şifalı birşey değil. pekmez de aynı şekilde. Bunlar şekerdir. keyif olarak tüketilir ama o kadar. Elmanın kendisi püresinden, püresi de suyundan daha faydalıdır. Ne kadar bir meyveye ve sebzeye müdahale ederseniz o kadar değerini kaybetmesine neden olursunuz. Sade haliyle tüketin sebze ve meyveleri."

İşte gerçekler, bunları bir profesörün açıkça ve endüstriden korkmadan söyleyebilmesini tebrik ediyorum.
Artık anneler de bu gerçekleri kabul etsinler. Çocuklarımızı en iyi okullarda okutarak, onlara kitap okuyarak ve en güzel oyuncakları alarak geleceklerine yatırım yapmak yetmiyor. geleceğe güvenle bakabilmeleri için sağlıklı da olmaları gerekiyor.

 Oğlumun okulundaki 23 Nisan törenlerindeki öğrenciler arasındaki obez çocukların ne kadar fazla olduğunu görmek beni çok şaşırttı ve üzdü. En büyüğü 13 yaşındaki bu çocuklar yürümekte zorluk çekiyorlardı. Geçen gün Cerrahpaşa'dan bir endokrin uzmanı 20 yıl önce göreve başladığında ayda ancak 1 obez çocuğun ona geldiğini, oysa bugün hepsini görebilse günde rahatlıkla 100 obez çocuğu tedavi edebileceğini belirtti.

 Çağımızın en büyük problemlerinden biri bu. Evde normal yemeğini yiyen, abur-cuburdan, koladan,cipsten, tatlıdan uzak durup normal hareketini yapan bir çocuk eğer hormonal bir problemi yoksa kilolu olamaz diyor doktorlar. 


Çocuklarınızı evde yemek yemeğe, abur cuburdan uzak durmaya ve hep doğal olan gıdaları seçmeye yönlendirin. Ailecek hareket edin, beraber yürüyüşlere, hareketli aktivitelere gidin. Çocuklara paketli ürünler, kolalar, çok fazla tatlı ve hamurişi ile besleyerek alıştırmayın. Şu anda hareketli oldukları için bunları yemelerine rağmen kilo almıyor olabilirler ama büyüdükçe ve hareketleri azalınca bu yeme alışkanlıkları onları obez olmaya doğru itiyor. Hassas Anneler, çocuğunuzun sağlığı sizin ellerinizde. Onlara sağlıklı beslenme ve spor yapma alışkanlıklarını küçükken aşılayın.





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

24 Nisan 2013 Çarşamba

Hassas Annemiz Ebru'nun bebek bisküvisi tarifi.


2 çay bardağı tam buğday unu
yarım çay bardağı irmik
 2 çay bardağı pirinc unu
3 çorba kaşığı tereyağı
2 çorba kaşığı ev yapimi yoğurt
175 derece fırında 20 dakikada pişiyor

Hassas Anne notu: İsterseniz bunların üzerine fırından çıktıktan sonra az pekmez sürebilirsiniz. Biliyorsunuz pekmezi ve balı ısıtmamak gerekiyor o nedenle içine koymayacağız. Hassas Anneler bebeğine paketlenmiş ve içinde şeker ve katkı maddesi olan hazır bebe bisküvisi vermesin bence. Çok hassassanız pirinç unu yerine hepsini tam buğday unundan da yapabilirsiniz. Aman bu çok sert derseniz bunun içine biraz meyve püresi koyabilirsiniz. Ama sert olması belki de daha iyi olur, yeni dişleri çıkan bebişlere diş kaşıyıcı gibi de olur.





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Ani bebek ölümü sendromu (beşik ölümü)

Hiçbir sağlık problemi olmayan bebeğinizi beşiğine yatırıyorsunuz ve sabah uyandırmaya gittiğinizde bebeğinizin öldüğünü anlıyorsunuz. Bundan büyük bir kabus olamaz sanırım. Ne yazık ki binlerce anne için her sene bu kabus gerçeğe dönüşüyor. Sadece ABD'de 4500 bebek her yıl bu nedenle ölüyor.  Türkiye'deki bu nedenle ölüm istatistiklerine ulaşamadım, tam bir sayı olmadan da vermek istemiyorum.

Genellikle 0-1 yaş arası gerçekleşen bebek ölümlerinde belirgin bir neden bulunamadığında buna ani bebek ölümü sendromu (Sudden Infant Death Sendrome) veya beşik ölümü deniyor. Beşik ölümü sigara içilen ve bebeklerin yüzüstü yatırıldığı evlerde daha çok görülüyor. Beşik ölümü hakkında bir çok belirsizlik var. Hiçbir sağlık sorunu olmayan bebekler birdenbire uykularında ölüyorlar. Uzmanlar buna neyin neden olduğunu tam olarak bilmiyorlar. Bu da aileleri bir belirsizliğe ve umutsuzluğa itiyor. Gözümüzden bile sakındığımız tamamen sağlıklı bebeğimizi 0-1 yaş arasında kaybetme ihtimali anneleri çok korkutuyor ama tamamen çaresiz değiliz, bunu önlemek için alabileceğimiz pek çok önlem var.

Yapılan araştırmalara göre anne sütü alan bebeklerin ani bebek ölümünden ölme ihtimali hiç anne sütü almamış bebeklere göre %60 daha azmış. Bu da bebeğinizi anne sütüyle beslemeniz için bir diğer neden.
kaynak: http://www.webmd.com/parenting/baby/news/20110613/breastfeeding-cuts-sids-risk

 Şu gerçekler biliniyor:

  • Bebekler sırtüstü yatırıldığında daha güvende oluyorlar. Yüzüstü yatırılan bebeklerin ani bebek ölümünden ölme olasılığı sırtüstü yatırılan bebeklerden çok daha fazla. 
  • Yumuşak yüzeyler üzene yatırılan bebeklerin ani bebek ölümü sendromundan ölme riski sert yüzeylere yatırılan bebeklerden daha fazla
  • 0-1 yaş bebekleri her uykuda sırtüstü yatırmak çok önemli. Normalde sırtüstü yatırılan bebekler bu gerçeği bilmeyenler tarafından bazen yüzüstü yatırılıyorlarsa ani bebek ölümü sendromundan ölme ihtimalleri artıyor.

Bebeğinizin ani bebek ölümü sendromundan ölme olasılığını nasıl azaltabilirsiniz?

  • Her zaman bebeğinizi uykuya sırtüstü yatırın. Bunu her uykuda yapın.
  • Bebeğinizi her zaman sert bir yatakta ve yüzeyde yatırın ve lastikli çarşaf kullanın. Bebeğinizin yatağında puf puf battaniyeler, yorganlar ve içine gömüldüğü yumuşaklıkta yüzeyler olmasın.
  • Bebeğinizin yatağı boş olsun, oyuncaklar, yastıklar, kenarlıklar ve yumuşak nesnelerle doldurmayın. 
  • Bebeğinizin yanında sigara içilmesine kesinlikle izin vermeyin. Hamilelikte ve sonrasında sigara içmeyin.
  • Bebeğiniz kendi yatağında tek başına uyusun. Aynı odada veya yakında uyutmanız iyi olacaktır.
  • Bebeğinizi uyuturken emzik kullanabilirsiniz ama almıyorsa alması için zorlamayın. ( bebeğinizi emziriyorsanız emzirmeye alışması için 1 aylık olmasını bekleyebilirsiniz)
  • Bebeğinizin uyurken çok sıcaklamamasına özen gösterin, onu çok fazla giydirmeyin ve odasının ısısı çok fazla olmasın.
  • Bu sendrom için geliştirildiği öne sürülen cihazlara ihtiyacınız yok çünkü bu cihazların gereklilikleri kanıtlanmamıştır.
  • Uyumadığı zamanlarda ve gözünüz üstündeyken bebeğinizi karnının üstünde oynatın ve arabada olmadığı zaman onu araba koltuğunda fazla oturtmayın. Böylece kafasının düzleşmesini önlersiniz.
  • Bu kuralları bebeğinize bakan herkesle paylaşın ve kuralları bozmamaları gerektiğini kararlı bir şekilde anlatın. Bakıcılar ve aile büyükleri bu riski ve kuralları bilmeliler.
  • Lütfen bu bilgiyi paylaşalım ki bebekler güvenli bir şekilde uyusunlar.

Kaynak: http://my.clevelandclinic.org/childrens-hospital/health-info/diseases-conditions/common-childhood-illnesses/hic-Safe-Sleep-for-Your-Baby-Ten-Ways-to-Reduce-the-Risk-of-Sudden-Infant-Death-Syndrome.aspx Bu konu çok önemli olduğu  ve bu hastanenin sitesinde çok iyi anlatıldığı için direkt çevirdim bu yazının ikinci kısmını.





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

23 Nisan 2013 Salı

Bebeklere işaret dili öğretmeli miyiz?

Hassas Annemiz Çiğdem:
Merhabalar benim 3 aylık bir kızım var zeka gelişimine nasıl yardımcı olabilirim diye araştırırken 'Bebek İşaret Dili' diye bir uygulama buldum. 6 aydan itibaren bebekle işaret dili sayesinde anlaşılabiliyor. Süt su bez uyku kitap vs isteklerini rahatlıkla işaretlerle anlatabiliyormuş. Bu uygulamayı uygulayanlarınız var mı? Artı veya eksileri nelerdir?

Cevabım:
Amerika'da bebeklerine işaret dili öğreten birçok anne var. Çok faydasını gördüklerini söylüyorlar. Açıkçası ben ihtiyaç duymadım  zaten kısa bir süre sonra konuşmaya başlıyorlar. Bir de ben şöyle düşünüyorum, çocuklar kendilerini ifade edebilmek ve istediklerine ulaşmak için konuşuyorlar eğer kendilerini işaret diliyle ifade edebilir ve istediklerine ulaşırlarsa daha geç konuşurlar.  Tabii bu akımı destekleyenler bunun olmadığını söylüyorlar. Bebekler 10-14 ay arasında elleriyle konuşmaya başlıyorlarmış ama zaten artık o yaştaki çoğu çocuk konuşabiliyor. Ne zaman isterseniz başlayabiliyormuşsunuz ama en geç 8-9 aylıkken başlarsanız daha rahat ilerleyeceğinizi söylüyorlar. Akımı destekleyenler genellikle doğumdan itibaren başlıyorlarmış ve bu bebeklerin ilerde teslerde daha başarılı olduklarını iddia ediyorlar.
Kaynak: https://www.babysigns.com/index.cfm?id=69




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Hassas Annelerimizin ve tüm çocukların Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlarım.



Nice mutlu ve güzel bayramlara İnşallah. 
Alper ve dünya tatlısı arkadaşı Ekin harika bir ispanyol dansı yaptılar 23 Nisan gösterilerinde :)




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

22 Nisan 2013 Pazartesi

Geçmeyen öksürüğü nasıl geçirebiliriz?


Anneleri en mutsuz eden şeylerden biridir çocuklarının geçmeyen öksürüğü. Hastalık biter, yükselen ateş düşer, yemeyen çocuk yemeye başlar neşesi yerine gelir ama o öksürük bir türlü geçmez. Aynı dert bende de var ve bu bana en çok sorulan sorulardan biri.

"Bu öksürük nasıl geçecek?"

Benim uyguladığım ve duyduğum birkaç yöntem var. Öncelikle belirtmeliyim ben öksürük şurubu vermeyi pek sevmiyorum ve doktor özellikle verin demezse kesinlikle vermiyorum. Çoğu doktor da öksürüğün şurupla geçirilmemesi gerektiğine ve çocuğun öksürmesinin faydalı olduğuna inanıyor.

  Prof. Ahmet Rasim küçükusta şöyle diyor:
"Öksürüğün karşılığı şurup gibi bir imaj vardır. Hap verildiği zaman niye şurup değil denilmektedir. Şuruplara bir takım aromalar da ilave ediliyor. Bu da başka bir problem. Doğal değil, kimyasal madde. Renk, tat olarak içilebilir hale getirmek için konulan kimyasal maddeler. 30-35 senedir göğüs hastalıklarıyla uğraşıyorum. İnanın ki ilk yıllardan beri öksürüp şurubu veya hapının bir faydası tespit edilmemiş. Balgam söktürücü diye bilinen bazı ilaçlar var. Bunların da tamamı çocuğu daha çok öksürtmekten başka bir işe yaramıyor. 200'den fazla virüs türü var. Bu virüsler, nezle, farantjit, ses telleri iltihabı, bronşit yapıyor. Özellikle küçük çocuklar topluma girdiği yıllardan itibaren hastalanıyor. Her geçirdikleri efneksiyondan sonra kalan bağşıklık sayesinde, giderek hasta olmaz hale geliyor. Çocuk yuvaya veya kreşe başladığı ilk sene 3 gün okula gider bir hafta gidemez. İlk yıl böyle geçer. İkinci yıl azalır. 4-5'inci senede yılda bir ikiye iner. Bu durumlarda öksürük çocuğu rahatsız ediyorsa, gece uykudan uyandırıyorsa kusuyorsa o zaman öksürüğü giderici bir takım uygulamalar yapmak gerekir. İlaç vererek olmaz. " Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Saglik/2013/02/13/gereksiz-yere-oksuruk-surubu-icmeyin

Ama tabii öksürük uzun sürünce ve çocuğun hayat kalitesi etkilenince artık bir şeyler yapmak gerekiyor ve doğal yöntemler bence en güzeli.  Öksürüğün baş nedenlerinden biri geniz akıntısı ve burun tıkanıklığı. Bunu engellemenin yolu da çocuğunuzun burnunu sık sık tuzlu suyla açmak. Hasta olduklarında doktor burunlarını günde 3-4 kere açmanın faydalı olacağını söylüyor. Burnunu açık tutmak kulakta enfeksiyon olmasını da bir nebze engelleyebiliyor. Bunun yöntemini bu yazımda anlatmıştım. http://hassasanne.blogspot.com/2013/01/simdi-tkal-burun-sezonu-nasl-acacaksnz.html

Akşam yatmadan önce ve okuldan gelince de adaçayı gargarası yaptırmak çok faydalı diyorlar. Gribe ve salgın hastalıklara karşı iyi bir yöntem. Her gün taze hazırlanmalı. 24 saat boyunca dolapta durabiliyormuş. Ben ıhlamuru da çok seviyorum ve çocuklara ballı ıhlamur içiriyorum. Alıştıkları için çok seviyorlar. Tabii ki çok fazla vermeyin, herşeyin fazlası zarar. Bir bardak yeterlidir.

Öksürük bazen de boğazdaki bir tahrişten oluyor. Bunun için de ben 4 kaşık iyi kalite bala 1 silme tatlı kaşığı toz zencefil ve bazen 3-4 damla limon ekliyorum ve macun kıvamına gelene kadar karıştırıyorum. Boğazında tutarak yemesini söylüyorum. Bunun çok faydasını gördüm. Tabii ki 1 yaşından küçük çocuklara içinde bal olduğu için yasak. Denenebilir çünkü içinde zararlı bir şey yok.

Öksürük için bir de kara turbun suyuyla karışmış balı öneriyorlar. Ahmet Maranki şöyle tarif ediyor. kara turbun içini biraz oyun, altını toplu iğneyle delin.Bir bardağın içine oturtun. İçine iyi kalite bal koyun. Üstüne kestiğiniz kapağını kapatın.geceden yapın. Altına akan suyunu sabah içirin. Sabah yine koyup akşam içirebilirsiniz.  Bu videoda anlatıyor. http://www.youtube.com/watch?v=js--gfmwKF4

Ben dün akşam 2-3 gündür öksüren Sevinç kızımda bir yöntem denedim. Bunu Amerika'daki sitelerde okumuştum. Çinliler ayağın altına sürerlermiş ilaçlarını çünkü buradan daha çabuk etki yaptığına inanırlarmış. Ayağının altına vicks mentollü kremden sürdüm, çorap giydirdim ayağına, biraz da göğsüne sürdüm yatırdım. gerçekten sabah kalktığında ve gün boyunca hiç öksürmedi çok çok şaşırdım. Küçük bebeklerde doktoruna danışıp öyle uygulayın.






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

21 Nisan 2013 Pazar

Aileniz ve çevreniz sizin biraz fazla Hassas bir Anne olduğunuzu mu düşünüyor?

Hassas Annemiz Sedef,
Hassas anne canım anne lutfen bana yardımcı olur musun? sadece fikrini almak istiyorum.  Ben çevresi ve ailesi tarafından obsesif  (takıntılı) tanısı konmuş bir anneyim :) 7 aylık bir fıstığım var, kızımın beslenmesi bakımı konusunda başta annem olmak üzere çevremdeki insanların bana söyledikleri "abartma, yok daha neler" seklinde yorumlar alıyorum. Kızımın ağzına birşeyler sokmaya calışmalar, uyku saati geliyor "aman yatırma az daha oynasın" vs. Ben uyarmak dışında artık kavga etmeye kadar gidiyor konuşmalarımız. Sizce ben nasıl davranmalıyım, kırmak üzmek istemiyorum kimseyi.

Cevabım:
Kimseyi dinleme doğru olanı yap. Yemek ve uyku saatleri çok düzenli olmalı, taviz verme. Önemli olan onun sağlığı bu hep aklında olsun. Ben ne kavgalar yaptım ama şimdi artık öğrendiler ve saygı gösteriyorlar. Sen sağlam durup, "kural bu kesinlikle değişmez!" dersen onlar da uygular. Kolay değil ama fıstıkların sağlığı için buna mecburuz.

Ben şu kuralları koydum ve yüzde 99 uyguluyorum.
1. Yatma ve yemek saatleri değişmez. Sadece cuma ve cumartesi 1 saat daha geç yatarlar ve 1 saat daha geç kalkarlar. Bu demek oluyor ki biz gece gezmiyoruz. Gece yarıları sokaklarda değil çocuklar ve hiçbir zaman da olmadılar. Kırk yılda bir eşimin iş yemeği olur da biz dışarda olursak aileden birisi geliyor ve evde onlarla oluyor, Bu da yılda 2-3 kere olur. O zaman da çocuklar aynı saatte düzenleri bozulmadan yatıyorlar.

2. Eve bitter çikolata ve tam tahıllı kahvaltılık dışında paketlenmiş abur- cubur ürün almıyorum ve başkalarının getirdiklerini de yüzde 99 vermiyorum.

3. Markette veya dışarda şekerleme, gofret, abur-cubur almıyorum ve başkaları verirse kabul etmiyorum. Markette ille birşey isterlerse muz veya salatalık alırım, bir küçük şişe su ile yıkarım bir yer bulup onu veririm.

4. Çocuklar onayladığım çocuk kanalları dışında büyüklere uygun televizyon programlarını seyretmiyorlar.

5. Çocuklar çay, kahve, kola, gazoz filan içmiyorlar. Taze sıkılmış meyve suyu, dışardaysak yüzde yüz meyve suyu, ayran, maden suyu, su içerler.

6. Çocuklar evdeyken sadece evde yapılmış yoğurt yerler, market yoğurdu, meyveli yoğurt, hazır puding yemezler.

 Bu kuralları uygulamak için çok çaba gösteririm ve genellikle çocuklar da alıştığı için zorlanmam.Çok ender durumlar olabilir tabii ki. Çocuklar değil de aileden ve çevreden insanlar sorun çıkarır genellikle ama onlar da artık kabul ediyorlar ve sağolsunlar uyuyorlar.




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

20 Nisan 2013 Cumartesi

Neler Orta Kulak İltihabına yol açıyor?

Orta kulak iltihabı, çocuklarda işitme kaybına kadar yol açabilen ciddi tablolara neden olabiliyor.Memorial Hizmet Hastanesi KBB Bölümü’nden Op. Dr. Deniz Kaya, çocuklarda orta kulak iltihabı hakkında şunları söylemiş:

ÇOCUKLARDA SIK GÖRÜLÜYOR?

Orta kulak iltihabı, çocuklarda üst solunum yolları şikayetlerinden sonra en sık görülen enfeksiyonlardır. Sıklıkla 3 şekilde görülmektedir. Birincisi oldukça şiddetli seyreden ve çocuklarda en sık görülen tip olan “akut orta kulak iltihabı”dır. Diğeri “seröz otit” adı verilen, halk arasında “kulak nezlesi” olarak bilinen, daha çok işitme kaybı ile kendini gösteren durumdur. Üçüncü form ise çocuklarda nadir görülen kulak zarı deliğiyle seyreden, uzun süren kronik orta kulak iltihabıdır. 

ORTA KULAK İLTİHABI NASIL OLUŞUR?

Orta kulak, kulak zarının gerisinde içi hava dolu boşluğa verilen isimdir. Orta kulakta ses iletimini sağlayan kemikçikler bulunur. “Östaki borusu” denilen bir kanalla, orta kulak geniz ile bağlantılıdır. Bu kanal, orta kulağın basınç dengesini sağlamaktadır. Orta kulak iltihabının gelişiminde önemli rolü vardır. Orta kulağa hava girişini sağlayan östaki borusu çocuklarda daha kısa ve yatay konumdadır. Bu yüzden çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonu sırasında mikroplar genizden kulağa daha kolay bir şekilde ulaşıp enfeksiyona yol açabilmektedirler. 

ÇOCUKLARDA ORTA KULAK ENFEKSİYONUNU NELER TETİKLER?

  • Anne sütünün erken kesilmesi veya erken yaşta ek gıdalara başlanması
  • Biberonla beslenme
  • Yatay pozisyonda beslenme
  • Erken yaşta kreşe başlanılması
  • Evde sigara içilmesi
  • Büyük geniz eti olması
  • Alerjik bünye


BU BELİRTİLERE DİKKAT!

  • Kulakta ağrı
  • Kulaktan akıntı- akıntı genellikle sarı-yeşil renkte bazen kanlı olmaktadır. Akıntıya bağlı kulakta kötü koku hissedilebilir.
  • Geçici duyma kaybı
  • Ateş
  • Bebeklerde huzursuzluk, emmeme, kulağını tutma 


SIK TEKRARLAYAN ORTA KULAK İLTİHAPLARINDA NE YAPILMALIDIR? 

Eğer bir çocuk sık orta kulak iltihabı geçiriyorsa öncelikle enfeksiyonun ortaya çıkışını kolaylaştıran risk faktörleri uzaklaştırılmalıdır.

Biberon ve emzik kullanımına son verilmeli
Beslenme dik pozisyonda yapılmalı
Pasif sigara içimi ortadan kaldırılmalı
Varsa alerjik problemler ve büyük geniz eti tedavi edilmeli

TEDAVİSİ NEDİR?

Kulak enfeksiyonun tedavisinde genellikle doktorun tercih edeceği antibiyotiklerin kullanılması gerekmektedir. Antibiyotikler dışında orta kulakta ve östaki borusundaki ödemi azaltıcı ilaçlar kullanılır. Ağrılar için ağrı kesici şuruplar verilir. Kulak zarı delinmişse yani kulak akıntısı ortaya çıkmışsa, antibiyotikli kulak damlaları tedaviye eklenir. Kulakta iltihabi akıntı görüldüğünde kulağa su kaçırmamak gerekmektedir. Akut iltihaplarda kulak zarı delinmiş olsa bile tedavide ameliyatlara gerek olmaz. Zar delikleri büyük çoğunlukla ilaç tedavisiyle kapanır. Kulak nezlesinde ise antibiyotik ve diğer ilaç tedavilerine rağmen kulakta sıvı birikimi düzeltilemezse ameliyat gündeme gelebilir. Bu durumda kulak tüpü takılması ve geniz eti ameliyatları yapılır.

kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/saglik/23074394.asp




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Özel Anneler: Hassas Annemiz Dilek, diyabetli bir çocuk büyütmeyi anlatıyor



Ben Dilek. 32 yaşında bir anneyim. Hepimize çocuklarımızı kucağımıza aldığımız ilk zamanlarda muhakkak sormuşlardır annelik nasıl bir duygu diye. Nasıl tarif edilir ki değil mi? Hangi sıcacık sımsıcak kelime yeterli olur ki anlatmaya? Anlatsak bile hep yarım anlatmışız gibi gelmez mi bize? Bence ve herkesçe annelik en zor meslek. Annelerdeki sabır, özen ve itina da ödülleri olsa gerek bu meslekteki kariyerleri için.

Çocuklarımız biz anne-babalar için en kıymetlimiz en özelimiz ve en değerli varlıklarımız. Ufacık bir gülümsemelerindeki mutluluk bizler için nasıl tarifsiz bir heyecan biliriz. Çocuklarımızın sağlıkları bizler için çok önemli. Hassas Anne adresini bir arkadaşımın tavsiyesi ile ziyaret ettim, çok beğendim. Dikkatimi çeken ilk konu ise antibiyotik kullanımı ile ilgili görüşler oldu. 





Oğlum Arda Eren 2,5 yasında tip 1 diyabetli. Bizim de diyabetle tanışmamız 3 ay evvel oldu. Kullanmakta olduğumuz antibiyotik şurubumuzun da etkisiyle bir müddet sonra oğlumda ağız kuruluğu,sık idrara çıkma, uykusuzluk, huysuzluk, gece sürekli idrara çıkıp uyuyamama gibi belirtiler görülmeye başlandı. Tuhaf olan şudur ki prospektüsünde yan etkiler arasında ağız kuruluğu olması bizde hiç kuşku uyandırmadı. Şikayetler gittikçe artmaya başlayınca prospektüsü iyice hatim ettik açık ve bariz olarak yan etkileri arasında geçici diyabet yazıyordu, çok endişelendik sabahı bekledik hastaneye gitmek için ama maalesef o gece sabah olmadı oğlum ketoasidoz denen komanın eşiğinde 699 mg kan şekeri ile hastanedeydi. Biz bunun geçici bir durum olduğunu düşünerek birbirimizi teselli etmeye çalışırken artık oğlumuzun tip 1 diyabetli olduğunu yani tüm yaşamı boyunca insülin kullanmak zorunda olduğu gerçeğini öğrendik.

Anne baba olarak duygularımızı anlatmak mümkün değil, hatırlamak istemiyoruz çünkü tek şey söylemek gerekirse ölümle burun buruna gelmek daha az acı verirdi inanın. Ben bu duygusal metinlere de girmeyi sevmiyorum artık. Tek amacım diyabetin belirtilerini, diyabetin ne olduğunu, ve diyabetle yaşamanın nasıl bir hayat olduğunu çevreme, annelere ve ailelere anlatabilmek.


Nedir tip 1 diyabet? 

Vücudumuza direkt ya da dolaylı olarak giren şekerin kandaki seviyesini toleransını inhibe eden, pankreasımızdaki beta hücrelerinin ürettiği insülin hormonunun artık üretilememesi. 


Tip 1 diyabetten nasıl korunuruz? 

Bunu inanın henüz bilim adamları bile çözememiş durumda çünkü bu olayı yaratan bağışıklığın kendisi. Bağışıklık sistemi bazı olumsuzluklar karşısında (ne olduğu bilinmeyen) beta hücrelerine zarar veriyor ve zamanla diyabet gelişiyor. Biliyorsunuz bir de tip 2 diyabet var. Bu ise doğru beslenme ve spor ile düzene girebiliyor ve yetişkinlerde görülüyor.

Hassas Anneler çocuklarınızın kan şekeri düzeylerini kontrol ettirin düzenli olarak, bunu bir çocuk endokrinoloji ve hormon doktoru en sağlıklı şekilde yapabilir HA1c testi ile. Genellikle branş doktorları bu konuda yeterli olamıyorlar. Endokrin uzmanları tercih edilmeli.

Tip 1 diyabette yaşam şekli çok önemli, kişinin sağlığını tüm yaşamı boyunca istikrarlı kan şekeri düzeyinde götürebilmesinin insülinden sonra ikinci ilacı kaliteli yaşam biçimidir.

Zira eskisi gibi gece geç uyumalar sabah güne geç başlamalar artık imkansız. Güne erken başlamak ve erken uyumak en kaliteli olaymış ,sadece Arda Eren değil bunu biz de yapıyoruz daha dinç daha enerjik oluyoruz ve günü daha iyi değerlendiriyoruz.

Diyabette esas olan kurallar vardır: 
1. insülinsiz tedavi mümkün değildir.
2. yeme alışkanlıkları tamamen değişmelidir.

Bizim yeme içme alışkanlıklarımız tamamen değişti. Soframızda artık asitli içecekler, meyve suları, kızartmalar, beyaz ekmek, şeker, bal, reçel, pekmez yer almıyor ve kesinlikle ve kesinlikle paketli market ürünleri ile eskiden de her zaman tüketmesekte şimdi tamamen vedalaştık.

Neden mi?
Paketli ürünlerin besin değerlerinin ve doyurulucuğunun düşük ve kan şekeri üzerinde ani yükselmelere meydan vermesinden dolayı artık onlarla vedalaştık.
Diyabetli bir bireyin normal bir bireyden hiç bir farkı yoktur. Spor yapabilir, yüzebilir, her türlü sosyal faliyetlerine devam edebilir. Yetişkinler için durum aslında daha kolay onlar şeker seviyelerindeki ani düşüş(hipoglisemi), ani yükseliş(hiperglisemi) fark edebilirken çocuklar bunun farkında olamıyorlar maalesef işte bu noktada hiperglisemi ve hipogliseminin önüne geçmek için anne ve babaları olarak bizler çocuklarımızın yapay pankreası gibi düşünüp devreye giriyoruz.

Neler mi yapıyoruz?
Diyabetli bir çocuğun her öğününde alması gereken protein, karbonhidrat, sebze, meyve, yoğurt, süt gibi gıdalarının miktarlarını hesaplayıp, bu hesapların sonundaki rakamların kan şekeri seviyesini ne kadar yükselteceğini bulup, çıkan sonuca göre insülin dozunu uyguluyoruz.

Ve zamanla yarışıyoruz sürekli, zamanın nasıl bir ömür törpüsü olduğu aşikar.
Bu olay her gün 6 kere tekrarlanırken, biz bazen kitap okumak , bir programa bakmak, sosyalleşmek, arkadaşımızla bir kahve keyfi yapmaktan, aynada kendimize bakmaktan, çocuğumuz ise henüz küçük ve zaman kavramını bilmediğimden tam yemek vakti parka,bahçeye arkadaşina gitmek istiyor olabiliyor, ya da tam ara öğün saatinde uykusu gelmiş uyumuş olabiliyor. İşte insan hayatından böyle izinsiz özel olaylarımızı alıyor diyabetle yaşamak her istediğimiz vakit bir yerlere gidemiyoruz, her uzatılan ikramı alamıyoruz.... Saymak yoruyor insanı.


Ama dedim ya biz çocuğumuzun yapay pankreasıyız ayakta dimdik durmalıyız, 2,5 saat arayla şekerini ölçmek, 3 saat arayla beslemek için hep dimdik olmalıyız.  


Artık kendi ekmeğimizi kendimiz yapıyor, yoğurdumuzu kendimiz mayalıyoruz, süzme peynir yapıyoruz ve sebzeyi hiç bir öğünden eksik etmiyoruz. Aslında diyabet sizi değil siz diyabetinizi yönetmeyi başarırsanız hayat kolaylaşıyor.

Regule giden kan şekeri seviyelerini görmek bize çok moral oluyor; yaptık, başardık demek ki oluyormuş diyoruz.

Anneler ve babalar çocuklarınızın yeme alışkanlıklarına, kullandığı ilaçlara, sık sık tekrarlayan rahatsızlıklarına dikkat edin. Diyabetle ilgili çok şey var anlatılması bilinçlendirilmesi gereken. 
Bir dahaki yazımda diyabet ile yaşamımızdaki değişimleri,mutfağımızdaki ve beslenmemizdeki değişimi, yaşam kalitesini ve zorlukları sizinle paylaşmak isterim. 
Sevgilerimle
Dilek Karadavut




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün 

19 Nisan 2013 Cuma

Yurt çapında kızamık alarmı


Bakanlığın kararına göre Türkiye genelinde 9-12 aylık bebekler için ilave bir doz KKK (kızamık-kızamıkçık-kabakuluk) aşısı yapılacak. Bunun yanı sıra anaokulu öğrencileri, ilkokul 1’inci sınıf öğrencileri, 20-30 yaş grubu risk grubundakiler ile sağlık çalışanları için de KKK salgın aşı uygulaması başlatıldı.
   
Kızamık salgının, “yurtdışı kaynaklı” olduğu belirtildi. Bakanlık, 2015 sonuna kadar Türkiye’de yerli virüs geçişini durdurmayı, 2015 ’ten sonra da Türkiye dışından gelecek yeni kızamık virüslerinin yerleşmesini önlemeyi amaçladığını açıkladı.

Sağlık bakanlığı’na göre, kızamık vaka sayıları 2001’de 30 bin 509 iken 2007, 2008, 2009, 2010 ve 2011 yıllarında sırasıyla 3, 4, 4, 7 ve 111 oldu. 2008-2011 arasında görülen az sayıdaki vakaların tamamı dış kaynaklıydı. 1 Ocak 2012-12 Şubat 2013 arasında 1005 kızamık vakası bildirildi.

Şu önlemler alınacak:
Tüm Türkiye’de, anasınıflarındaki çocuklar aşılanacak. Bu seneye mahsus 48-66 aylık anaokulu öğrencilerinin tamamı aşılanacak.
Tüm Türkiye’de 1-4 yaş grubu çocuklar, hiç aşısı olmayanlara bir doz KKK aşısı uygulanacak. 1 Ocak 1980-31 Aralık 1991 arasında doğan herkese, talepleri halinde bir doz kızamık aşısı yapılacak.
Tüm sağlık çalışanları da aşılanacak.

BAKANLIK verilerine göre 42 ilde kızamık vakası görülürken, hastalık 26 ilde kümelendi. Bu iller, Adana, Amasya, Ağrı, Ankara, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Kars, Kayseri, Konya, Kütahya, Samsun, Siirt, Şanlıurfa, Van, Yozgat, Batman, Kilis, Muş, Iğdır, İzmir, Adıyaman, Hakkâri, Gümüşhane ve Osmaniye. 26 ilde, KKK aşısının ilk dozu 9’uncu aya çekildi. 9-12 ay arası bebeklere KKK aşısı uygulanması planlandı.

Kaynak: www.hurriyet.com.tr/gundem/23089755.asp





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Anne sütünün tadı ve içeriği emziren annenin regl döneminde değişir mi?

Anne sütü mucizevi bir sıvı. Annenin yediklerine, yemediklerine, bebeğin ihtiyacına ve pek çok değişik faktöre göre içeriği ve tadı değişiyor. Önemli bir konudan bahsetmek istiyorum. Anne sütünün faydalarını çok iyi bilen bir Hassas Anne olarak emzirmenin 2 yaşına kadar mümkün olduğunca uzun zaman devam etmesinin önemine inanıyorum. Hayatımızdaki bazı değişiklikler emzirmeyi kötü etkileyebiliyor hatta annelerin emzirmeye son vermesine neden olabiliyor.

     Annelerden su cümleleri duyduğumda tehlike çanları çalmaya başlıyor:
"Bebeğim sütten iğrenmeye başladı"
"Sütten midesi bulanıyor, kafasını çeviriyor"
"Çok güzel emiyordu, birden emmemeye başladı."
"Ne yaptıysam yeniden emmeye başlatamadım!"

Dikkat ettim de bu şikayetler genellikle bebekler 5-6 aylıkken başlıyor. Birçok anne buna bir çözüm bulamıyor ve emzirmeyi bırakıp mama vermeye başlıyorlar. Zaten bebek ek gıdalara geçtiği için çok sorun etmiyorlar. Aslında özellikle ilk 12 ay bebeğin ana gıdası anne sütü olmalı. Bu onun için en sağlıklı gıda. Düşününce bunun nedenini buldum sanıyorum. Bu zamanda anneler doğumdan sonra ilk regl dönemlerini yaşıyorlar ve anladığım kadarıyla sütün tadı regl döneminde değişiyor. Bazı bebekler bu değişen tadı beğenmiyorlar ve emmek istemiyorlar. Oğlumda bunu yaşadım, ben doğumdan sonra ilk reglimi olduğumda emmek istemedi ve kafasını çevirdi. Ben daha önce bunu bir yerde okumuştum sanırım. Hemen mama vermedim ve ısrarla emzirdim. Tabii acıkınca ve ben mama vermeyince emmek zorunda kaldı. Beş gün boyunca istemeye istemeye normalden az emdi. Beş günün sonunda normal emmesine geri döndü. Bazı annelerle konuştuğumda anladık ki bunu yaşamışlar ama nedenin regl dönemi olduğunu anlamamışlar ve ne yazık ki artık bebeğin emmeyeceğini düşünüp emzirmeyi bırakmışlar. Lütfen siz bu yanlışı yapmayın. Regl olduğunuzda bebeğiniz emmek istemezse artık emmiyor diye düşünüp mamaya geçmeyin. Memeyi alması için ısrar edin, olmazsa en kötü ihtimalle o 4-5 gün sağın ve o sütü atın ama regl bitince yine emzirmeye devam edin. Aklınızda bulunsun.




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

18 Nisan 2013 Perşembe

Yatarak biberondan süt içmenin zararları

Hassas Annemiz Hatice:
İyi akşamlar Hassas Anne. Ben bugün birşey duydum yatarak biberonda süt içmesi solunum yolu enfeksiyonlarına neden oluyormuş bende yatarak veriyorum öğlen uykusunda ve akşam uykusunda. Grip çok oluyor acaba buna bağlı mı? Böyle birşey var mı acaba???

cevabım:
Evet biberonla sütü yatarak vermek çok zararlı hem kulak enfeksiyonuna hem de dişlerinde biberon çürüğüne yol açabilir. Lütfen yapmayın. Ayrıca boğazına da kaçabilir. Zaten çocuğun 1,5 ay sonra 2 olacak, yavaş yavaş suluğa geçin ve 2 yaşında biberonu tamamen bırakın. Önce yatarak vermeyi bırakın sonra da tamamen suluğa geçersiniz Haziranda 2 yaşına girince.2 yaşından sonra biberon ve emzik kullanımı diş ve damak yapısı açısından tavsiye edilmiyor. Gece sütünü içtikten sonra da mutlaka dişleri fırçalanmalı ve öyle yatmalı. Bunu rutininize ekleyin. Bu yaşta sütü içerek uyumamalı. Sütünü içmeli sonra dişlerini fırçalamalı ve uyanık bir şekilde yatağına yatırılmalı ve kendi kendine uyumalı. Kolay gelsin. Sevgiler




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

17 Nisan 2013 Çarşamba

Uğur böceği kanapeler


Bunlara özellikle doğumgünlerinde çocuklar bayılıyor ve uğur böceği kanapelerin yapımı çok kolay. Ben ekmeğini de kendim tahıllı yapıyorum ama herhangi bir ekmeği veya baton ekmeği ince ince kesin. Üstüne beyaz peynir sürün. Peynirin üstüne bir yaprak taze nane koyun. Çeri domatesleri  ikiye kesip ters çevirin ve üstüne koyun. İyi suyla domateslerin üstünü hafif ıslatın. En üste çörek otu serpin uğur böceklerinin benekleri gibi olsun. Önüne de yarım siyah zeytin koyun.  Afiyet olsun. 





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

16 Nisan 2013 Salı

En çok tarım ilacı içeren 12 sebze ve meyve

Sebze ve meyvelerin içinde ne var?

Keşke çocuklarımıza özenle yedirdiğimiz sebze ve meyvelerin içinde sadece vitaminler olsa ama ne yazık ki organik olmayan sebze ve meyvelerin çoğu incelendiğinde içlerinde tarım ilaçları bulunmakta. Harvard Üniversitesi ve Mount Sinai Tıp Merkezi'nde yapılan bazı araştırmalar tarım ilaçlarına maruz kalmak ile çocukların bilişsel becerilerinde azalma ve dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (ADHD) vakalarındaki artış arasında bir ilişki gösteriyor.

Çoğumuzun bütçesi yediğimiz bütün sebze ve meyveleri organik almaya yetmiyor ama bir seçim yapmanız gerekirse en çok tarım ilacı içerebilecek bu 12 sebze-meyveyi organik almak mantıklı görünüyor. Organik pazarlarda bu ürünleri daha ucuza ve taze bulabilirsiniz. Tabii ki bu araştırma Amerika'da yapılmış ama bence bize bir fikir verebilir. Bol bol sebze ve meyve yemek ne olursa olsun sağlığımız için çok faydalı. Özellikle bebeklerin yediği sebze ve meyveleri organik alıp evde kendimiz hazırlamayı tavsiye ediyor uzmanlar.

Ayrıca 1 litre suya 2 çorba kaşığı karbonat veya limon suyu ekleyip sebze ve meyveleri 15 dakika bu suda bekletmenin tarım ilaçlarından kurtulmakta yardımcı olacağını söylüyorlar. Şeftali, salatalık, armut ve elma gibi ince kabukluları da soymamızı tavsiye ediyorlar. Tabii ki en güzeli benim yazın yaptığım gibi kendi sebze ve meyvelerinizi yetiştirmek ama bu herkes için mümkün değil.

En çok tarım ilacı içeren sebze ve meyveler:

Elma
Tatlı dolmalık biber
şeftali
çilek
kayısı
üzüm
ıspanak
kıvırcık
salatalık
yaban mersini
patates
yeşil fasulye
yeşillikler

Bu yazıyı http://www.education.com/slideshow/dirty-dozen-foods/cultivating-controversy/ sitesinden aldım ve size faydası olacağını düşündüğüm için Türkçe'ye çevirdim.




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

15 Nisan 2013 Pazartesi

Özel Annemiz Rabia oğlunun hikayesini anlatıyor



Ben Rabia. 26 yaşındayım. Eşimle 2006 yılında severek evlendik. Bir sene sonra dünyalar tatlısı oğlum Muhammed geldi dünyaya. Hayatım o kadar değişti ki, annelik anne olma duygusu cok güzel, hayatımı oğluma adamıştım. 3 sene sonra tekrar hamile kaldım o kadar mutluydum ki tarifi imkansız.
  
Hamileliğimin 3. ayında dünya durdu.  Bebeğim farkli bir bebekti, "kolları yok alalım" demişti doktorum "bir de Down sendromlu" dedi. Nefes alamadım dünya başıma yıkıldı sakın yanlış anlamayın çocuğum icin değildi korkularım. 

"Ben nasıl bir anne olabilirim?" sorusuydu beni korkutan. Altı ay nasıl geçti ne yedim ne içtim inanın hatırlamıyorum. 07.13.2010 tarihinde dünyaya geldi canım oğlum Ebu Bekir. Doktorumun dediği gibi kolları yoktu ama çok şükür Down sendromlu değildi. Anneligin ne demek olduğunu işte o an yaşadım. Küçük oğlum şu anda 2,5 yaşında. Öyle zor günler geçirdik ki yürümesinde de sorun var, her hafta terapiye götürdük. 6 Mayıs'ta ameliyat olacak, iki dizine de kas ekleyecekler. Herşey yolunda giderse o minicik elleriyle abisinin ellerini tutup gezecek. Lütfen dua edin ameliyatımız iyi geçsin.
  
    
Oğlumun rahatsızlığını merak edenler, oğlum TAR sendromlu. Ben oğlum doğana kadar hiç duymamıştım böyle bir hastalık, belki de dikkatimi çekmedi bilemiyorum. Hayata iki farklı çocuk kazandırmaya çalışmak o kadar zor ki bir yerlerde birine hep geç kalıyorsun. Büyük oğlumu kardeşinin durumuna alıştırmak ve kabullenmesini sağlamak çok zor, okulda "neden senin kardeşin böyle" diyorlar "daha küçük de ondan, büyüyecek kolları" diye anlatıyor arkadaşlarına üzülüyorum. Küçük oğlum hayata cok bağlı çok mutlu bir çocuk dileğim hep böyle devam etmesi.

Kafanızı bir kaldırın bakın göreceksiniz özel çocuklarımızı ama görünce tepkiniz hor görmek değil aşağılamak değil sevgi olsun. Sevgiyle yaklaşınca o kadar mutlu oluyorlar ki gerçekten anlatamam. Özel çocuğa sahip olan anneler onların hayatı sizin ellerinizde, sevgi tüm engelleri aşıyor. Biz ailecek oğlumun durumunu kabullendik ve oğlumun engellerini sevgimizle aştık. Hayatta başınıza ne gelirse gelsin mutluluğu bir köşeye atmayın ve herkese inat cok mutlu olun.
Sevgiler
Rabia




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

14 Nisan 2013 Pazar

Tüp bebek tedavisinde başarıya yardımcı olabilecek faktörler




Doğal yollardan veya diğer tedavi yöntemleri ile başarı sağlanamadığı için tüp bebek tedavisine yönlendirilmiş çiftler ne yapmalı?

 

Öncelikle tüp bebek tedavisinde başarıya etki edebilecek pek çok etkenin olduğunun ve çiftlerin de tedavi öncesinde, sırasında ve sonrasında yapabilecekleri veya yapmamaları gereken şeyler olduğunun bilincinde olmaları gerekmektedir.

Tedavi öncesinde:

Doğru planlama ve gerekli donanımın sağlanması ve eksiklerin giderilmesi her şeyde ne kadar önemliyse tüp bebek tedavisinde de durum hiç farklı değildir.
3 ana etken; yumurta geliştirmek için verilen ilaçların cinsi, dozu ve protokolü biz doktorlar için önemlidir. Kadının yaşı, yumurtalıkların rezervi ve kilo. Fazla kilo tedavi sırasında ve sonrasında olumsuz bir faktördür. Yaşınıza ve yumurtalık rezervinize etkiniz olmayabilir ama fazla kilo faktörünü etkileyebilirsiniz.
Kilolu iseniz (Vücut Kitle Endeksiniz / BMI 25'in üzerindeyse) sağlıklı olarak kilo verin. 

Nasıl kilo vereceksiniz?
Dengeli beslenme ve diyet
Hareketli egzersiz, tempolu yürüyüş, yüzme (en az haftada 3 kez / birer saat )
Uygun kiloya gelmeden veya kilolu iseniz vücut ağırlığınızın %8-12'ini egzersiz ve diyetle vermeden tedaviye başlamanızı pek önermiyorum.

 Aldığınız ilaçları, vitaminleri, doğal ürünleri, ve uyguladığınız kürleri mutlaka doktorunuzla paylaşmanız gerekmektedir.
Doktorunuzun önereceği folik asit ve benzeri takviye vitamin ve ilaçlara hemen başlamanız gerekmektedir.
Günlük kafein alımınızı azaltmak faydalıdır (en fazla 1-2 fincan).
Sigara içiyorsanız azaltın (günde 5 adet’in altına), ama en doğrusu bırakmanız.
Alkol alımınızı durdurmanız veya haftada 1-2 kez 1 bardakla sınırlamanız iyi olmaktadır.
Dünya da bilimsel saygınlığı kabul edilebilen her yaklaşım ve uygulama PUBMED adlı tıbbi literatür veri tabanında yayınlanmaktadır. Burada yayınlanmayan herhangi bir kür veya maddenin tüp bebek tedavilerine bir faydası henüz gösterilmemiştir. İnformasyon kirliliği, infertilite ile ilgili tedavilerde de maalesef çok ama çok fazladır ve kafaları karıştırmaktadır. İnternetten alacağınız bilgileri kesinlikle doktorunuzla paylaşmadan uygulamayın.

Tüp bebek tedavisi sırasında:

Gece uykunuzu mutlaka alın(7-8 saat), ve gece yarısından önce uyuyun.
Protein ağırlıklı dengeli beslenmeye devam edin.
Kafeinli içecekler bu dönemde de azaltılmalı, özellikle çatlatma iğnesinden sonra kafeinli içecek hiç almamanızı öneririm.
Sigara ve alkol tüketimi mümkünse hiç olmamalıdır.
Kilo vermeye yönelik ağır bir diyet uyguluyorsanız kesmenizi veya hafifletmenizi öneririz.
Hafif veya orta miktarda egzersize veya hareketinize devam ediniz.
Bol bol su için ve aşırı sıcaktan kaçının.
Herhangi bir tedavi dışında bir ilaca veya uygulamaya başlamanız önerildiyse doktorunuza mutlaka danışın.
Tüp bebek tedavisinde kullanılan ilaçları zamanında kullanın.
Kendinizi pozitif hissettirecek aktivitelerde bulunun ve tüm stres arttırıcı olayları erteleyin. Tedavi sırasındaki oluşabilecek stres ve psikolojik baskılarda gerekirse profesyonellerden veya doktorunuzdan destek isteyin.


İşte Esin ve Sevinç'in hayatlarındaki ilk resimleri! Burada henüz iki süper kalite embryolar! Dr. Melih Aygün benim kızlarımın da tüp bebek tedavisi sayesinde dünyaya gelmelerini sağlayan sevgili doktorum. Ben tüp bebek tedavim sırasında yumurtalık kanseri de olduğum için tedavim çok riskliydi ama Melih Bey'in titiz çalışması sayesinde ilk seferde sadece 2 embryo yani Esin ve Sevinç oldu. Dr. Aygün yurtdışında da önemli çalışmalar yapmıştır. 

Embryo transferi sonrasında:

Psikolojik yönden gebelik sonucunun alınacağı 10-12 gün bence en zor dönemdir. Çünkü bu dönemde sonuç beklemek stres katsayısını son derece arttırır. Bu nedenle kendinize yapabileceğiniz en güzel yol STRES’i azaltacak yöntemleri denemektir.
Ağır ve stresli bir işte çalışmıyorsanız, çalışmaya devam edin.
Asla gebelik sonucunu bekleyene kadar yatmayın, hem faydası gösterilmemiştir hem de hareketsizliğin oluşturacağı negatif etkiler nedeniyle şansınızı azaltırsınız.
Yürüyüş yapın, sevdiklerinizle vakit geçirin, neşeleneceğiniz ve hoşunuza gidecek aktivitelerle uğraşın.
İmkanınız ve zamanınız varsa yoga, nefes alma teknikleri, meditasyon,  akapunktür ile rahatlamaya çalışın.
Tedavi ile ilgili hiçbir olumsuz düşünce, kuruntu ve kafaya takma sadece ve sadece gebe kalma şansınıza olumsuz etki yapmaktan başka işe yaramayacaktır.
Düzenli uyumanıza ve dengeli beslenmenize devam edin, aşırı egzersizden kaçının.

Günlük hayatınızdaki her şeyi yapın ama aşırıya kaçmayın…. 

İlaçlarınızı düzenli kullanın…

Olumlu düşünün….

Bol Şans J

Op. Dr. Melih Aygün
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
İnfertilite Uzmanı
Erasmus Özel üreme Sağlığı merkezi




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

1 yaşından sonra çocuklarınıza mama vermeyin!

Nedir bu annelerimizin 1 yaşından sonra da devam eden mama sevdası? 1 yaşından sonra artık çocuklarınız SÜT içebilir alerjisi yoksa!
Çok mu seviyorsunuz mamaya para vermeyi? mis gibi organik günlük süt var, bulabilirseniz güvenilir çiğ süt var, hadi olmadı günlük süt var. Lütfen doktorunuz gerekli demiyorsa ve çocuğunuzun alerjisi yoksa 1 yaşından sonra doktorunuz onay verirse hemen mamaları bırakıp normal SÜT vermeye başlayınız. Hem daha ucuz, hem daha doğal ve yapılması gereken bu. Süt içiremiyorsanız bol bol yoğurt vererek tamamlayabilirsiniz.





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

11 Nisan 2013 Perşembe

Her çocuk evde mayalanmış yoğurt yemeyi hak ediyor!


Hassas Anneler,

Yoğurtlar evde mayalanıyor mu? Umarım heves edip bir iki kere evde mayalayıp sonra üşenip bir şey olmaz deyip çocuklarınızın yoğurtlarını marketten almaya başlamadınız. Sizin sağlığınız da çok önemli, siz çocuklarınızın her zaman yanında ve sağlıklı olmalısınız. Siz de sadece evde mayalanmış yoğurt tüketin. 13 yıldır yoğurt mayaladığım bu tarifi her türlü sütle yapabilirsiniz. Çiğ sütle yaparsanız kaynadıktan sonra altını kısın 10 dakika daha kaynasın. Diğer sütlerde sadece kabarsa yeter sonra altını kapatın. Tarifi birebir uygularsanız mutlaka başarılı olursunuz. Ben haftada 7 kilo yoğurt mayalıyorum. Çarşamba ve Pazar günleri çiğ süt alıyorum ve mayalıyorum. Unutmayın ki market sütleri plastikte mayalanıyor, katkı maddeli oluyor ve açıkçası tatları da evde yapılanla karşılaştırılamaz. En sağlıklı yoğurt bence güvenilir çiğ sütle, o yoksa cam şişede ORGANİK günlük sütle, o yoksa veya bütçe yetmiyorsa organik kutu sütle veya günlük sütle yapılır. Haydi anneler çocuklarınıza market yoğurdu yedirmeyin. Her çocuk evde mayalanmış yoğurt yemeyi hak ediyor.

İnanın 5 dk sürüyor ve çok lezzetli oluyor. İki günde bir akşamdan yapın sabaha hazır. 1 litre organik sütü kaynayana kadar ısıtın. Kabarınca hemen kapatın. 18 dk kendi kendine soğusun. 18 dk sonra elekle üstündeki kaymağı alın, kendiniz yersiniz veya atın. 1 litrelik cam kavanoza dökün sütü. İçine 3 tatlı kaşığı organik yoğurt katın, bir kere yavaşça karıştırın. Üstüne bir parça kağıt havluyu 2 kere katlayıp örtün (bu kağıt havlu nemi çekecek böylelikle yoğurdunuz sulu olmayacak. En üste de streç film örtün. Kimsenin elleyemeyeceği soğuk olmayan bir yere koyun ve üstünü sıcak tutacak mont veya kazak gbi birşeylerle 2-3 kat örtün. Hiç yerinden kıpırdatmayın. 6-8 saat sonra (akşamdan koyduysanız sabaha mesela) yavaşça açın, üstünü cam kavanozun kapağıyla örtün. Önce 6 saatte mayalamayı deneyin oluyrsa öyle devam edin cıvık olursa 8 saat mayalayın. Mümkün olduğu kadar hareket ettirmeden dolaba koyun. 10 saat dokunmayın, sonra yiyebilirsiniz. 5-6 gün dayanır en fazla. Hepsini tüketmeyin. Biraz ayırın ve bir sonraki yoğurt için onu maya olarak kullanın. Ben yakınımızdaki köydeki güvendiğimiz sütçüden alıp 7 kilo mayalıyorum her hafta anca yetiyor :) Vaktim yok demeyin çocuklarınızın ve sizin sağlığınız için çok önemli. Yoğurdu bütün çocuklar sever ve çok faydalı. Hem onlar hem sizin için. Kahvaltı dışında her öğünde yedirin yoğurdu.
Afiyet olsun, kuzularınıza yarasın.



Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Özel Anneler: Sen de etrafına bakan, fark edenlerden ol...


3,5 yaşındaki Damla ve Derin'in annesi Aytül Köktuna'nın yazısı hayata bakış açınızı değiştirebilir. Yani ben öyle olmasını umuyorum. Prenses kızlarının hastalığı Merozin Negatif Konjenital Musküler Distrofi ile yaşarken yaşamı ıskalamamayı başaran hepimizin örnek alması gereken bir Hassas Anne



SEN YOKSAN BİR KİŞİ EKSİK KALIRIZ…
       Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyorum? Nasıl davranmalıyım? Bu sözleri  en çok ne zaman kullanırız hiç düşündünüz mü?  Bir web sitesinde engellilikle ilgili yazıma böyle bir yorum almıştım Çok güzel bir geri dönüş oldu bu yorum bana.  Evet çevremizdeki engelli insanlara nasıl davranacağımızı ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz değil mi çoğu zaman? Kızlarımın hastalığını duyduğumda benim de bu bilinmeyen karşısında düşüncelerim, sorularım aynen bu oldu?  Onları üzmemek, incitmemek için nasıl davranmalıyım? Ne söylemeliyim? Neden bu tarz soruları sormak durumunda kalıyoruz hiç düşündünüz mü? Çünkü bizler bir arada yaşamayı bilmiyoruz.  Çünkü onlar bize uzakta…  Çünkü çoğu zaman eksiklikleri kabul edemeyen bir bilinçle yetişiyoruz.  Mükemmeliyetçi bir bilinçle… Bir yandan yaşlılığa bakışımız da aynen bu şekilde... Güçten düşmek, yeteneklerinin yavaş yavaş azalması, kabullenemediğimiz şeyler. Bu durumda da bizim kalıplarımıza uymayan,  eksik gördüğümüz şeyleri de kabul edememe eğilimindeyiz.   Çevremizdeki insanların  duygularına çoğu kez o kadar uzağız ki.  İnsanları  olduğu gibi görmek, yapamadıklarından çok yapabildiklerine odaklanmakta eksik kaldığımız için böyle durumlarda  ne yapacağımızı şaşırıyor olmamız çok normal. Bu bilince nasıl sahip olduğumuzu ise bulmak çok da zor değil. 

        Biz ebeveynler çocuklarımızı büyütürken bazı şeylerde aşırıya kaçabiliyoruz. Kafamızda olmasını istediğimiz şeyleri çocuklarımıza uyarlamaya çalışıyoruz. Kaygılarımız çok. Mükemmeliyetçi davranıyoruz. Aman üzülmesin,  aman  kimse onunla alay etmesin, aman başarılı olsun, güçlü olsun vs vs.  İşte bu kaygılarla çocuklarımızın hata yapma olasılığını en aza indirgemeye çalışıyoruz. Onlara hata yapıp öğrenme fırsatı vermiyoruz.  Bu nedenle de çocuklarımız hata yapma korkusu ile büyüyorlar.  Eksiklikleri, hatalı gördükleri şeyleri kolay kolay kabul edemiyorlar. Belli bir standarda alıştırılıyorlar. Hata yaptıklarını düşündüklerinde ise vicdan azabı çekiyorlar. Kendilerini suçlu hissediyorlar.  Böyle durumlarda etrafımızda nasıl tepkiler verildiğini hiç  düşündünüz mü? Yaptığını düşündüğü hatadan dolayı çocuğa ne beceriksizsin, bunu nasıl yaparsın, senden bunu hiç beklemezdim gibi tabirler uzak gelmiyor değil mi size de? Örneğin Freud çocuklarda tuvalet eğitiminde fazla titiz ve kuralcı davranılmasının çocuğu ileri ki yaşlarda mükemmeliyetçiliğe, aşırı titizliğe ve inatçılığa ittiğini belirtiyor.  Tüm bunları düşününce biz annelerin ne kadar önemli bir görev üstlendiğimizi anlamak çok da zor olmasa gerek. Bakıyorum internette bir çok yazıya, bir çok anneyi tuvalet eğitiminin ne kadar korkuttuğunu görüyorum.  Tuvalet eğitimi bir süreç… Oysa ki bunu da hemen tamamlanması gereken bir görevmiş gibi bakıyoruz çoğu zaman. Kaygılarımız yine fazla… Bizim bu mükemmel bir anne olmaya çalışacağım çabaları ergenlikle sona eriyor. Görüyorsunuz ki bu zamana kadar büyüttüğünüz yavrunuz size karşı gelmeye, sizi beğenmemeye başlamış. O zaman anlıyoruz ki demek ki ben çocuğumun gözünde mükemmel bir anne değilmişim. Oysa ki bu da bir yanılgı. Hani bu bir türlü kabullenememeler var ya işte bu dönem patlak veriyor. Hepimiz insanız. Hepimizin hataları, eksiklikleri olabiliyor.  Ergenliğe kadar mükemmel bir ailem var diyen çocuk, ergenlikle birlikte ailesinin de hataları, eksiklikleri olduğunu görüyor.  Büyük bir hayal kırıklığı ve reddediş belki de böyle başlıyor ne dersiniz? Oysa ki çocuklarımıza hata yapmayı öcü gibi göstermesek, büyüklerin de hata yapabileceğini ölümcül olmadığını öğretsek, nasıl bir hayatımız olurdu hiç düşündünüz mü?  
    
      Bizim çocuk büyütme stilimiz genelde ödül ve ceza üzerine…  Yani sonuç odaklıyız. Bir başarı karşısında oraya nasıl geldiğin değil önemli olan 1. olup olmadığın… Ya da bir hata karşısında o hataya neden düştüğün önemli değil,  çoğu kez direkt cezalandırma karşılığı… Aklın başına gelsin de bir daha bu hataya düşme… Korkular üzerine kurulmuş hayatımız. Kaygılanmamız çok normal.


        Bir de kendi geçmişimize bakalım, biz de benzer şekilde yetişmedik mi?  Oysa her insanı olduğu gibi görmeye çalışsak, onun yeteneklerini  alkışlasak, yapamadıkları, eksik kaldıkları konularda alay etmek, küçük düşürmek yerine destek olmayı tercih etsek veya yapmak istemiyorsan, yapamıyorsan haklısın yapma desek… Diğer yandan çocuklarımıza da başkaları konusunda bu şekilde hareket etme düşüncesini aşılasak ve davranışa dönüşmesini sağlasak.  Hayatımız o zaman ne yönde değişirdi acaba? İşte bu bakış açılarında, yarış içindeyken başkalarının düşünce ve duygularına odaklanmamız hemen hemen imkansız.  Ne diyeceğimizi, nasıl davranacağımızı bilememek çok normal.

      Danıştığım psikolog ve pedagogların ne yapmalı? Nasıl iletişim kurmalı? Konularında  bazı önerileri olmuştu bana. Hayatı olduğu gibi yaşamak…  Yapamadıkları değil, yapabildikleriyle ilgilenmek... Sizin bu bakış açınızla onlar da yapamadıkları ile değil yapabildikleriyle ilgilenecekler.  Böylece kendilerinde bir eksiklik hissetmeyecekler ve daha mutlu olacaklar. Bu hepimiz için geçerli değil mi? Aşağılık kompleksini içimize kim veya kimler yerleştiriyor acaba?

        Hayatın hemen her aşamasında arkadaş ilişkilerinde, eşlerle olan ilişkilerimizde sanki hep bir numara olma kaygısı yok mu? Oysa ki şimdi bilseydik ki hayatımızın amacının bir yere varmaktan ziyade o noktaya gidiş aşamasındaki yaşadıklarımızdan, duygusal ve düşünsel kazanımlarımızdan ibaret olduğunu çok şey değişebilirdi hayatımızda…  İşte anı yaşamak bu demek…  Oysa ki bizler hayatımızın hemen her yerinde yarış atı gibiyiz.  O nedenle de “şimdiyi” kaçırıyoruz. Akıp gidiyor yanımızdan yaşam.
          
          Bir gün bunu anladığımızda o zaman her şey daha farklı gözükecek gözümüze. Çünkü o zaman etrafımızdaki olup bitenleri fark etmeye başlayacağız. Hayat bir yarış değil… Bu dünyaya gelmemizde daha derin, daha anlamlı bir misyonumuz var. İçinde ne diyeceğini, ne yapacağını biliyorsun aslında… Bir insanın bedensel yeteneklerinin engelli olması değil önemli olan... Hepimiz her yeteneğe sahip miyiz? Sen güzel resim yapamıyorsun diye veya  basketbol oynayamıyorsun diye insanlar seni yadırgıyorlar mı? Yapabildiklerimiz de var yapamadıklarımız da... Bu konuya da aynı bakış açısıyla baktığımızda dünya daha farklı görünecek gözümüze... O zaman zihinsel engellerimiz ortadan kalkacak. Hayat demek paylaşmak demek, çoğalmak demek…. Gel katıl aramıza… Sen de etrafına bakan, fark edenlerden ol. Sen yoksan bir kişi eksiğiz çünkü….

Aytül Köktuna

Aytül'ün ikiz kızlarıyla yaşadıklarını harika sitesinde takip edebilirsiniz:





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün