3,5 yaşındaki Damla ve Derin'in annesi Aytül Köktuna'nın yazısı hayata bakış açınızı değiştirebilir. Yani ben öyle olmasını umuyorum. Prenses kızlarının hastalığı Merozin Negatif Konjenital Musküler Distrofi ile yaşarken yaşamı ıskalamamayı başaran hepimizin örnek alması gereken bir Hassas Anne
SEN YOKSAN BİR KİŞİ EKSİK KALIRIZ…
Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyorum? Nasıl davranmalıyım? Bu sözleri
en çok ne zaman kullanırız hiç düşündünüz mü? Bir web sitesinde
engellilikle ilgili yazıma böyle bir yorum almıştım Çok güzel bir geri dönüş
oldu bu yorum bana. Evet çevremizdeki engelli insanlara nasıl
davranacağımızı ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz değil mi çoğu zaman? Kızlarımın
hastalığını duyduğumda benim de bu bilinmeyen karşısında düşüncelerim,
sorularım aynen bu oldu? Onları üzmemek, incitmemek için nasıl
davranmalıyım? Ne söylemeliyim? Neden bu tarz soruları sormak durumunda
kalıyoruz hiç düşündünüz mü? Çünkü bizler bir arada yaşamayı bilmiyoruz.
Çünkü onlar bize uzakta… Çünkü çoğu zaman eksiklikleri kabul
edemeyen bir bilinçle yetişiyoruz. Mükemmeliyetçi bir bilinçle… Bir
yandan yaşlılığa bakışımız da aynen bu şekilde... Güçten düşmek, yeteneklerinin
yavaş yavaş azalması, kabullenemediğimiz şeyler. Bu durumda da bizim
kalıplarımıza uymayan, eksik gördüğümüz şeyleri de kabul edememe
eğilimindeyiz. Çevremizdeki insanların duygularına çoğu kez o
kadar uzağız ki. İnsanları olduğu gibi görmek, yapamadıklarından
çok yapabildiklerine odaklanmakta eksik kaldığımız için böyle durumlarda
ne yapacağımızı şaşırıyor olmamız çok normal. Bu bilince nasıl sahip olduğumuzu
ise bulmak çok da zor değil.
Biz
ebeveynler çocuklarımızı büyütürken bazı şeylerde aşırıya kaçabiliyoruz.
Kafamızda olmasını istediğimiz şeyleri çocuklarımıza uyarlamaya çalışıyoruz.
Kaygılarımız çok. Mükemmeliyetçi davranıyoruz. Aman üzülmesin, aman
kimse onunla alay etmesin, aman başarılı olsun, güçlü olsun vs vs. İşte bu
kaygılarla çocuklarımızın hata yapma olasılığını en aza indirgemeye
çalışıyoruz. Onlara hata yapıp öğrenme fırsatı vermiyoruz. Bu nedenle de
çocuklarımız hata yapma korkusu ile büyüyorlar. Eksiklikleri, hatalı
gördükleri şeyleri kolay kolay kabul edemiyorlar. Belli bir standarda
alıştırılıyorlar. Hata yaptıklarını düşündüklerinde ise vicdan azabı çekiyorlar.
Kendilerini suçlu hissediyorlar. Böyle durumlarda etrafımızda nasıl
tepkiler verildiğini hiç düşündünüz mü? Yaptığını düşündüğü hatadan
dolayı çocuğa ne beceriksizsin, bunu nasıl yaparsın, senden bunu hiç
beklemezdim gibi tabirler uzak gelmiyor değil mi size de? Örneğin Freud çocuklarda
tuvalet eğitiminde fazla titiz ve kuralcı davranılmasının çocuğu ileri ki
yaşlarda mükemmeliyetçiliğe, aşırı titizliğe ve inatçılığa ittiğini
belirtiyor. Tüm bunları düşününce biz annelerin ne kadar önemli bir görev
üstlendiğimizi anlamak çok da zor olmasa gerek. Bakıyorum internette bir çok
yazıya, bir çok anneyi tuvalet eğitiminin ne kadar korkuttuğunu
görüyorum. Tuvalet eğitimi bir süreç… Oysa ki bunu da hemen tamamlanması
gereken bir görevmiş gibi bakıyoruz çoğu zaman. Kaygılarımız yine fazla… Bizim
bu mükemmel bir anne olmaya çalışacağım çabaları ergenlikle sona eriyor.
Görüyorsunuz ki bu zamana kadar büyüttüğünüz yavrunuz size karşı gelmeye, sizi
beğenmemeye başlamış. O zaman anlıyoruz ki demek ki ben çocuğumun gözünde
mükemmel bir anne değilmişim. Oysa ki bu da bir yanılgı. Hani bu bir türlü
kabullenememeler var ya işte bu dönem patlak veriyor. Hepimiz insanız.
Hepimizin hataları, eksiklikleri olabiliyor. Ergenliğe kadar mükemmel bir
ailem var diyen çocuk, ergenlikle birlikte ailesinin de hataları, eksiklikleri
olduğunu görüyor. Büyük bir hayal kırıklığı ve reddediş belki de böyle
başlıyor ne dersiniz? Oysa ki çocuklarımıza hata yapmayı öcü gibi göstermesek,
büyüklerin de hata yapabileceğini ölümcül olmadığını öğretsek, nasıl bir
hayatımız olurdu hiç düşündünüz mü?
Bizim çocuk
büyütme stilimiz genelde ödül ve ceza üzerine… Yani sonuç odaklıyız. Bir
başarı karşısında oraya nasıl geldiğin değil önemli olan 1. olup olmadığın… Ya
da bir hata karşısında o hataya neden düştüğün önemli değil, çoğu kez
direkt cezalandırma karşılığı… Aklın başına gelsin de bir daha bu hataya düşme…
Korkular üzerine kurulmuş hayatımız. Kaygılanmamız çok normal.
Bir
de kendi geçmişimize bakalım, biz de benzer şekilde yetişmedik mi? Oysa
her insanı olduğu gibi görmeye çalışsak, onun yeteneklerini alkışlasak,
yapamadıkları, eksik kaldıkları konularda alay etmek, küçük düşürmek yerine
destek olmayı tercih etsek veya yapmak istemiyorsan, yapamıyorsan haklısın
yapma desek… Diğer yandan çocuklarımıza da başkaları konusunda bu şekilde
hareket etme düşüncesini aşılasak ve davranışa dönüşmesini sağlasak.
Hayatımız o zaman ne yönde değişirdi acaba? İşte bu bakış açılarında, yarış
içindeyken başkalarının düşünce ve duygularına odaklanmamız hemen hemen
imkansız. Ne diyeceğimizi, nasıl davranacağımızı bilememek çok normal.
Danıştığım psikolog ve pedagogların ne yapmalı? Nasıl iletişim kurmalı?
Konularında bazı önerileri olmuştu bana. Hayatı olduğu gibi yaşamak…
Yapamadıkları değil, yapabildikleriyle ilgilenmek... Sizin bu bakış açınızla onlar da
yapamadıkları ile değil yapabildikleriyle ilgilenecekler. Böylece
kendilerinde bir eksiklik hissetmeyecekler ve daha mutlu olacaklar. Bu hepimiz
için geçerli değil mi? Aşağılık kompleksini içimize kim veya kimler yerleştiriyor
acaba?
Hayatın hemen her aşamasında arkadaş
ilişkilerinde, eşlerle olan ilişkilerimizde sanki hep bir numara olma kaygısı
yok mu? Oysa ki şimdi bilseydik ki hayatımızın amacının bir yere varmaktan
ziyade o noktaya gidiş aşamasındaki yaşadıklarımızdan, duygusal ve düşünsel
kazanımlarımızdan ibaret olduğunu çok şey değişebilirdi hayatımızda… İşte
anı yaşamak bu demek… Oysa ki bizler hayatımızın hemen her yerinde yarış
atı gibiyiz. O nedenle de “şimdiyi” kaçırıyoruz. Akıp gidiyor yanımızdan
yaşam.
Bir gün bunu anladığımızda o zaman her şey daha farklı gözükecek
gözümüze. Çünkü o zaman etrafımızdaki olup bitenleri fark etmeye başlayacağız.
Hayat bir yarış değil… Bu dünyaya gelmemizde daha derin, daha anlamlı bir misyonumuz
var. İçinde ne diyeceğini, ne yapacağını biliyorsun aslında… Bir insanın
bedensel yeteneklerinin engelli olması değil önemli olan... Hepimiz her
yeteneğe sahip miyiz? Sen güzel resim yapamıyorsun diye veya basketbol
oynayamıyorsun diye insanlar seni yadırgıyorlar mı? Yapabildiklerimiz de var
yapamadıklarımız da... Bu konuya da aynı bakış açısıyla baktığımızda dünya daha
farklı görünecek gözümüze... O zaman zihinsel engellerimiz ortadan kalkacak.
Hayat demek paylaşmak demek, çoğalmak demek…. Gel katıl aramıza… Sen de
etrafına bakan, fark edenlerden ol. Sen yoksan bir kişi eksiğiz çünkü….
Aytül Köktuna
Aytül'ün ikiz kızlarıyla yaşadıklarını harika sitesinde takip edebilirsiniz:
Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler
Ana Sayfaya Dönün
Ana Sayfaya Dönün
Çok güzel yazmışsın Aytülcüm,gerçekten yarış atı gibi yetiştirildik.Hep daha çok,daha başarılı,daha daha..hep anları kaçırdık,eksikliklerimizden utandık.Dünya artık değişiyor bence,biraz daha sakinleştik sanki,içsellik daha bir konuşulur oldu.İnşallah bizler çocuklarımızda daha ana odaklı olabiliriz,öptüm:)
YanıtlaSilTubacığım evet belki bazı anları kaçırdık ama, hiç bir şey için geç olmadığını da biliyoruz. Nereden yakalasak o da şanstır değil mi? Sevgiler canım..
SilBu arada fotoğraf çok güzel,Hassas Anne'ye de sevgiler:)
YanıtlaSilteşekkürler tubanne :)ben de bayıldım:)
YanıtlaSilAciklamali anlatimlarin icin tesekkurler Yazilarin devamini bekliyorum. http://www.guncelyazar.net
YanıtlaSilSaygilar