31 Mart 2013 Pazar

Otizm Farkındalık Ayındayız, Otizmin Farkında Mısınız? Otizm Aktivisti ve en önemlisi bir otizmli annesi İrem Afşin'in Otizm hakkında bilmeniz gerekenleri anlatan yazısı


          İrem Afşin ve yakışıklı oğluşu Nazım


Otizm, bir hayat gerçeği….                                                           M. İREM AFŞİN

                                                                                     “Otizmi fark et, yaşamı paylaş!”

Nisan ayı, dünyadaki herkes için baharın güzel müjdecisi, güneşin sıcaklığı ile yeniden buluşup kışın kasvetli kaygılarını geride bıraktığımız, ruhumuzu aydınlık günlerde ferahlattığımız ay.
Ama öte yandan, Nisan ayı 2008 yılından beri, dünya üzerinde yaşayan milyonlarca çocuk, genç ve yetişkin birey adına onların aileleriyle yakın çevreleri için farklı bir anlamı da beraberinde getiriyor: OTİZM.

2 Nisan, tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratarak otizmden kaynaklanan sorunlara çözümler yaratmak amacıyla, 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Otizm Farkındalık Günü-April 2nd, World Autism Awareness Day- olarak ilan edildi. Her yıl, “Otizm Farkındalık Ayı” olan Nisan ayı boyunca dünya genelinde otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi ve bilinirliğin artırılarak, erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.
Peki neden Birleşmiş Milletler AIDS ve kanserden sonra ilk kez bir “hastalık” için özel bir zaman ayırıyor? Çünkü…


“artık her 88 çocuktan biri otizm riski taşıyor…”

Otizm, doğuştan gelişen, beynin ve sinir sisteminin farklı gelişen yapısından ya da işleyişinden kaynaklandığı kabul edilen genetik altyapıya dayanan, karmaşık nörolojik-biyolojik tabanlı bir gelişim bozukluğu. Başkalarıyla etkileşimde bulunmayı engelleyerek kişinin kendi iç dünyasıyla baş başa kalmasına yol açan otizm, genellikle 3 yaştan önce ortaya çıkarak bireylerin sosyal iletişim, etkileşim ve davranışlarını olumsuz olarak etkiliyor. Farklı duygusal ve tıbbi yaklaşımlar, otizmi gelişimsel bir bozukluk, karmaşık yapılı bir “hastalık” ve bu hastalık sonucunda gelişen farklılıklar yumağı olarak tanımlayabilmektedir. Kuramsal kaygılar bir yana, otizmin etkilediği herkes tarafından farklı adlandırılmasının en önemli nedenlerinden biri, her otizmli bireyin ortak özellikler haricinde bir diğerinden farklı gelişmesi olarak yorumlanabilir.

1995 yılında her 10.000 çocuktan birine otizm teşhisi konarken, 2009’da tüm dünyada tanılama bilimselliği kabul edilmiş gelişim değerlendirme ve ölçme kriteri DSM- IV ölçütlerine göre her 100 çocuktan birinin otizmden etkilenmiş olduğu kabul ediliyordu. Oysa Amerikan Sağlık Bakanlığı’nın 2008’de yapılan araştırmaya dayanarak ancak 2012 sonunda açıkladığı verilere göre, artık tablo her geçen yıl daha da ağırlaşıyor: Bugün dünya genelinde kabul edilen ve artık yadsınması pek de mümkün olmayan verilere göre her 88 çocuktan biri otizm teşhisi alıyor. Erkek çocuklarda görülme sıklığı kız çocuklara oranla 3-4 kat daha fazla; buna göre, her 1 kız çocuğuna karşılık 4 erkek çocuğunun otizmli olduğu göz önüne alınırsa, her 54 erkek çocuğundan birisi günümüzde otizm riski taşıyarak doğuyor. Dünyada son yıllarda şeker, kanser ve AIDS dahil olmak üzere bir çok hastalıktan daha fazla sayıda otizm teşhisi alınıyor. ABD Başkanı Barack Obama’nın son seçim konuşmasından alıntıyla “..otizm artık salgın bir hastalık olarak ilerliyor ve kuşakları tehdit ediyor.”

“Türkiye’de sayısal verilerimiz hala belirsiz…”

Dünyada otizm teşhisi bu yıl itibariyle 88 çocukta bir iken, ülkemizde sağlıklı istatistikler olmaması nedeniyle, Otizm Platformu’nun öngördüğü verilere göre, bir önceki 1/100 oranı ile yaklaşık 550.000 otizmli birey ile 0-14 yaş grubunda 150.000 civarında otizmli çocuk bulunduğu “varsayılıyor.” Otizmli bireylerin ebeveynleri, kardeşleri, yakın akraba ve çevreleri de hesaba katıldığı zaman, Türkiye’de her ile yayılmış durumda otizmden etkilenen 2 milyondan fazla vatandaştan bahsedebiliriz.

“Otizmin nedenleri en az kendisi kadar karışık…”

Otizmin genetik tabanlı olduğu görüşü ile ilgili araştırmalardan gelen bazı ipuçlarına rağmen, otizme neden olan genler henüz anne karnında tam olarak belirlenemiyor. Genetik faktörlerin özellikle çevresel koşullarla – yanlış beslenme, çevre kirliliği, kimyasal maddeler, yanlış ilaç kullanımı, ağır metaller, aşılarda bulunan bazı koruyucu maddeler vb.- tetiklendiği düşünülüyor. Otizmin çocuk yetiştirme özellikleriyle veya ailenin sosyo-ekonomik koşullarıyla ilişkisi olmadığını biliyoruz. Otizme her çeşit toplumda, ırkta ve ailede rastlanıyor. Son 10 yıllık süreçte özellikle ABD’de Defeat Autism Now-Otizmi Şimdi Yen- Platformu’na bağlı biomedikal uzmanlar/doktorlar tarafından yapılan araştırmalar, otizmin biyolojik nedenlerini anlayarak tedavisini geliştirmek üzere yoğun biçimde yürütülüyor. Biyolojik tedaviler, dünya genelinde bir otizmli aile tarafından uzmanlar kontrolünde uygulanıyor. Ancak, günümüz şartlarında, halen otizmin en etken tedavisi, erken yaşta başlanılan, doğru terapilerle ilerleyen yoğun bireysel özel eğitim.

Otizm, sosyal ve iletişim alanlarında yaşam boyu süren güçlükleri tanımlaması nedeniyle, “Yaygın Gelişimsel Bozukluklar” ana başlığı altında değerlendiriliyor. Otizmin en hafif ve yüksek fonksiyonlu özelliklerini gösteren sosyal iletişim bozukluğu olarak tanımlanan Asperger Sendromu, Çocukluk Dezentegratif Bozukluğu, daha ağırlıklı olarak kız çocuklarda görülen Rett Sendromu ve PDD-NOS -Başka Türlü Adlandırılamayan Yaygın Gelişimsel Bozukluk/ Atipik Otizm tanıları da aynı yelpaze içinde değerlendiriliyor. “Ne zaman otizmden şüphelenmelisiniz?”
Dış görünümleri ile diğer çocuklardan farkı olmayan otizmli çocuklar; sosyal ilişkilerde güçlük, iletişim zorlukları ve ilgi-davranış takıntıları olarak gelişimdeki 3 temel alandaki davranış sorunları ile diğer normal gelişim gösteren çocuklardan ayrılıyor.

Tipik belirtiler ile özelliklere bakarsak, eğer çocuğunuz 3 yaş öncesinde,


  •  Sizinle ve başkalarıyla göz kontağı kurmuyorsa,
  •  İsmi söylendiğinde veya çağrıldığında dönüp bakmıyorsa, söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa,
  •  Konuşmada yaşıtlarının gerisinde kalmışsa, başkaları ile söyleşiyi başlatma ya da sürdürmede belirgin bir bozukluğu varsa, basmakalıp, yineleyici (ekolali) ya da özel bir dil kullanarak garip konuşuyorsa veya konuşması hiç gelişmemişse,
  •  Gözleri sık sık bir şeye takılıp kalıyorsa,
  •  Anlamsız gülme veya ağlama krizleri varsa,
  •  Parmağıyla istediği şeyi işaret ederek göstermiyorsa,
  •  Oyuncaklara amacına uygun oynamayı beceremiyorsa, yaşıtlarının oynadığı oyunlara ilgi göstermiyorsa,
  •  Ellerini kanat gibi çırpma, parmak uçlarında yürüme, kendi çevresinde veya eşyalar etrafında dönme, sallanma, çırpınma şeklinde garip ve yineleyici hareketleri (stereotipi) varsa,
  •  Bir şarkının bir bölümünü tekrar tekrar söylemek, dolapların kapaklarını sürekli olarak açıp kapatmak, ayak parmaklarının ucunda odanın bir ucundan öbür ucuna koşturmak, bazı eşyaları döndürmek veya sürekli sıraya dizmek gibi çeşitli ilgi ve davranış takıntıları varsa,
  •  Günlük yaşamındaki düzen ve program değişimlere aşırı tepkiler veriyor ve uyum sağlayamıyorsa,
  •  Kendisine ve çevresine yönelik zarar verici davranışlara sahipse,

vakit kaybetmeden doğru teşhis ve tanılama için Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı bulunan üniversite hastanelerine veya çocuk ruh hastalıkları uzmanı veya çocuk nöroloğu bulunan Sağlık Bakanlığı’na bağlı devlet hastanelerine başvurmak gerekiyor.


“Otizmin tedavisi var mı?”

Güzel soru! Ne nedenleri, ne de yapısı tam olarak çözülemeyen otizmin, tek bir kesin tedavisi de günümüzde “henüz” mevcut değil!
Biyolojik tedaviler ile ilgili çalışmalar ve araştırmalar devam ederken, otizmin bugün için kabul edilen en önemli tedavi aracı, erken yaşta verilmeye başlanan yoğunlaştırılmış ve bireyselleştirilmiş özel eğitim olarak kabul ediliyor.
Bilimsel olarak erken yaştaki çocuk için kanıtlanmış yoğun eğitim süresi haftada bireysel ve grup eğitimi olarak 40 saat olarak öngörülüyor. Erken teşhisle birlikte yoğun özel eğitim hizmetlerinden yararlanan çocukların çok büyük ilerlemeler gösterdikleri; hatta yarısına yakınının otizme özgü sorunlarının çoğundan uzaklaşarak, eğitim yaşamlarının geri kalanını genel eğitim düzeni içinde sürdürebildiklerini gösteren çok sayıda uluslararası bilimsel araştırma mevcuttur. Bu anlamda, dünyada otizm eğitimi konusunda gelişmiş ülkelerde uygulanan yoğun eğitim süresi, haftada en az 20 saat bireysel eğitimdir. Şu andaki şartlara göre, ülkemizde bu oran sosyal güvenlik kapsamında “otizm özel eğitim raporlu” çocuklar için aylık 6- 12 saat olarak dünya genelinin oldukça gerisinde kalıyor.

“Neden erken teşhis ve bireysel özel eğitim bu kadar önemli?”

Farklı alanlarda uzmanlaşmış kişiler tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, artık biliyoruz ki otizm, yaklaşık bir yaş civarında ilk belirtilerini gösteriyor. Annenin sesi ve gülümsemesi gibi sosyal uyaranlara bebeğin tepkisiz kalması veya tepkilerinde yavaşlık olması, göz teması kurmada zorluklar, motor gelişmede ve taklit becerilerinde gecikme, uyku ve yemek düzeninde sorunlar ilk belirtiler arasında sayılabilir. Çok yaygın bir yanlış kanı, özellikle erkek çocukların geç konuştuğu veya anne/babası geç konuşan çocukların da geç konuşacağı düşüncesidir.

Yaşamın ilk 5 yılı, beynin en hızlı gelişim gösterdiği dönemdir. Otizmde eğitsel ve pedagojik yöntemlerin önemi özellikle 0-3 ve daha genel anlamda 0-6 yaş döneminde kendini göstermektedir. Bu yaş dönemlerinde beyin gelişiminin büyük bir hızla devam ediyor olması ve eğitsel açıdan çocuğun en alıcı dönemlerinin hayatın ilk yıllarını kapsaması, “erken müdahale” kavramının önemini gündeme getiriyor. Günümüzde 12 aylıktan itibaren tanı konulabilmektedir, erken yaşta tanı konması özel eğitime de erken başlanması açısından önemlidir.

Otizm teşhisinde farklı alanlardaki uzmanların katılımıyla gerçekleşen ekip çalışması önem taşıyor. Bu ekipte çocuk nöroloğu, psikolog, konuşma ve dil terapisti, uğraşı terapisti, özel eğitim uzmanı, fizyoterapist ve sosyal hizmet uzmanı bulunabilmektedir. Epilepsi, metabolik bozukluklar, Fragil-X Sendromu gibi zaman zaman otizmle beraber görülebilen bozuklukların tıbbi taraması da yapıldıktan sonra, kesin tanı ancak bazı standart psikolojik testlerin uygulanmasıyla konulabiliyor.
Özel eğitim, ihtiyacı olan bireylerin eğitim ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak yetiştirilmiş personel aracılığı ile uygulanan geliştirilmiş eğitim programları yardımıyla her otizmli çocuğun kendi özgü gereksinimlerine göre yürütülerek, çocuğa yaşına uygun beceriler ve toplumda kabul edilen davranışlar kazandırmayı hedefler. Özellikle 5 yaşından önce alınan yoğun özel eğitim desteği ile otizmin belirtileri ortadan kaldırılıp davranışlar değiştirebilir.
Özel eğitim alan otizmli çocukların sosyal ilişkilerinin geliştiği, iletişim becerilerinin arttığı ve takıntılı davranışlarının azaldığı bilinmektedir. Özel eğitimin yoğun ve kesintisiz olarak, yılda 12 ay haftada 40 saat uygulanması için, uzman-eğitimci-aile üçgeninde bir ekip oluşturulması, ailelerin de eğitimciler ve uzmanlar tarafından çocuğa öğretilen becerileri evde de öğretmeye devam etmesi gerekmektedir.

“Eğitim, her vatandaş için anayasal bir hak… Ya otizmli çocuk için?”

Otizmli çocukların mutlaka eğitim sistemi içinde yer almaları gerekiyor. Çünkü eğitim, otizmli birey için her şeyden önce “tedavi” anlamına geliyor. Bu amaç diğer engel grupları için de geçerli gibi gözükse de, otizmi diğer engel gruplarından ayıran en önemli fark; erken tanı ve erken bireysel/kaynaştırma eğitimiyle otizmli çocukların sorunlarına ilişkin çok büyük kazanımların olması, sosyal yaşam içinde yalnız tüketici konumundan çıkıp üreten ve değer katan yurttaşlar olabilmelerinin mümkün olmasıdır. Pek çok engellilik hali ömür boyu değişmez koşullarda sürerken ‘otizm’li bir bireyin engelini üretkenliğe dönüştürme potansiyeli bulunuyor.

MEB verilerine göre, Türkiye genelinde devlet okullarında sadece 2114 otizmli çocuk eğitim alıyor. Bu çocukların ve ailelerinin eğitim gereksinimlerinin karşılanmasının önündeki en önemli engel, ülkemizde otizmli çocuklara eğitim ve terapi verecek donanımda ve yeterli sayıda öğretmen ve terapist olmaması ve yetiştirilememesidir. Bu engelin en önemli kaynağı ise, üniversitelerimizde yeterli sayıda program ve öğretim üyesi bulunmamasıdır.

Bu noktadan bakıldığında, eğitsel değerlendirme yapabilecek personelin, otizmli çocuklara uygun ve nitelikli özel eğitim hizmetlerini verebilecek öğretmenlerin, dil ve konuşma terapistlerinin, uğraşı terapistlerinin ve sosyal hizmetlilerin yetiştirilmesi otizmin sorunları arasında en öncelikli hedeflerden biri.

“Çocuğum otizmli olmasına rağmen, aldığı özel eğitimle gelişmeler göstererek yaşıtları ile birlikte okuyabilecek düzeye geldi, ancak başvurduğumuz okulların hiçbiri çocuğumu kabul etmek istemiyor…”

Okul öncesi eğitim…

Özel eğitim alan çocuklar için okul öncesi eğitim zorunludur. Ancak genel eğitim sürecindeki sorunlara ve eksikliklere ilave olarak otizmli çocuklar, okul yönetimlerinin, eğitimcilerin ve diğer velilerin istememesiyle, genellikle bilgi eksikliğinden kaynaklanan dirençleri nedeniyle okul öncesi eğitime alınmıyor! Bu konuda gerekli eğitim ve bilgilendirmelerin yapılması için programlar hazırlanması, yasal yaptırımların düzenlenmesi ve uygulanması gerekiyor.

Zorunlu eğitim / ilköğretim dönemi – Kaynaştırma eğitimi

Kaynaştırma eğitimi otizmli bireylerin topluma entegre olabilmesi için gereklidir. Ayrıca, engelli bireylerin normal eğitim yapan okullara alınması halinde diğer çocukların da çok küçük yaşlarda sosyal gerçeklerle karşı karşıya gelmesi ile farkındalık yaratımı sağlanabilir. Ancak, kaynaştırma genelgesinde öngörülmesine rağmen, uygulama sırasında farklı sorunlar yaşanıyor. Kaynaştırma raporlarına rağmen, okul idareleri otizmli kaynaştırma öğrencisinin kaydını almakta direnç gösteriyorlar. Okul öncesi eğitimde olduğu gibi, zorunlu eğitim sürecinde de, okul yönetimleri, eğitimciler, diğer veliler ve diğer öğrencilerin otizm ile ilgili bilgi sahibi olmamaları kaynaştırma eğitiminin önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkıyor. Okula kabul ve okul yaşamı esnasında yaşanan sorunların büyük bir kısmı, ilgili birim ve kişilerin bilgi yetersizliğinin giderilmesi ile çözülebilecek iken, ayrımcılık ve dışlama yoğun biçimde devam ediyor.

Son söz…

“Yalnız değilsiniz!”

Çocuğunuzun otizmli olduğundan şüphe ediyorsanız veya yeni teşhis aldıysanız, otizm konusunda doğru bilgilenmeli ve otizmle yaşamın zorluklarını öğrenmelisiniz. Unutmayın ki, otizmin nedeni siz değilsiniz, ayrıca erken tanılama ve özel eğitim desteği ile otizmli çocuğunuz zamanla gelişim göstererek toplumda bağımsız bir birey olarak yerini alabilir.
Otizmle yaşamayı kabullenmek, anne-babalar için uzun, zorlu ve iniş-çıkışlı bir süreçtir. Ailede her birey bu süreci farklı yaşayarak, durumu anlamakta ve kabullenmekte sorunlar yaşayabilir. Siz de otizmli bir çocuk ebeveyni olarak önünüzdeki bu yeni hayat düzenine uyum sağlamakta zorlanırken, bir yandan da yakın çevrenizdekilerin durumu anlamaları ve kabul etmeleri için çaba harcamak zorunda kalacaksınız.
Çocuğunuzun zorunlu eğitim sürecinde okullar ve eğitimciler ile yaşayacağınız olası sorunlarla başa çıkabilmek için, mutlaka anayasal haklar konusunda bilgi sahibi olmalı, kaynaştırma, OÇEM ve mesleki eğitim konularında varolan örneklerden yola çıkarak ısrarcı ve talepkar olmalısınız. Bu süreçte ülkemizde otizmle ilgili çalışmalar yapan ve ağırlıklı olarak otizmden birincil derecede etkilenen aileler tarafından kurulan dernekler veya vakıflara katılarak destek ve bilgi alabilir, çalışmalara siz de katılarak otizm konusundaki bilgilendirmenin artmasını sağlayabilirsiniz.
Unutmayın ki, otizm bir hayat gerçeği…
Ve hiç birimiz, bir sonraki otizmli bireyin
Ve bu gerçek, sadece sizin çocuğunuza ait değil!
Yalnız değilsiniz!
*
Bir son söz de, çocuğu otizmli olmayan tüm anne-babalar için olsun:
Eğer siz de “Otizmin farkındayım, ama fark etmek yetmez, yaşamı paylaşmak gerek!” diyorsanız, o zaman otizmin bilinirliği ve sorunların çözümü için siz de gönüllü destek verin ki, çocuklarımız hep beraber büyüsün..:)
Yaşam, ancak paylaşılırsa güzel…

M. İrem Afşin

İletişim Danışmanı, Otizm Aktivisti
iremafsin@gmail.com
www.twitter.com/iremafsin
www.facebook.com/afsinirem
www.hthayat.com/yazarlar/m-irem-afsin

Bilgilendirme metinleri/ Kaynakça:
Otizm Platformu, 2008-2012 Otizm Bildirgeleri, ana metinler
ABD Sağlık Bakanlığı http://www.cdc.gov/ncbddd/autism/documents/ADDM-2012-Community-Report.pdf
http://saimetek.net/otizmautism.html



Ana Sayfaya Dönün


1 Hassas Anne adayına Hamilelik Yogası ve Doğuma Hazırlık Eğitimi Hediye

                          
Bu resmi Facebook'ta paylaşan ve yazının altına yorum olarak paylaştım yazanlardan 1 Hassas Anne adayına burada bahsedilen Hamilelik Yogası ve Doğuma Hazırlık Eğitimi hediye edilecektir. Kazanan anne adayının eğitim tarihinde hamileliğinde 13-14. haftayı tamamlamış olması ve 21 ve 28 Nisan tarihlerinde kendi imkanlarıyla eğitim mekanına gelebilecek olması gerekmektedir. Kazanan anne adayını random.org sitesinde yapacağım çekilişle belirleyeceğim. Çekilişe 31 Mart-7 Nisan tarihleri arasında katılabilirsiniz. Kazanan anne adayımız 10 Nisan'da Hassas Anne Facebook sayfasında açıklanacaktır. Kazanan anne adayımız 13 Nisan'a kadar ertugrul.esra@gmail.com adresine adını ve cep telefonunu yazıp kayıt yaptırmalıdır. 13 Nisan'a kadar kayıt yaptırmazsa hediye yedek talihliye verilecektir.

Doğum şekli ne olursa olsun, her doğum bir mucizedir! Doğumu doğru öğrenip, korkulardan özgürleşerek, eşiniz ve bebeğinizle yapacağınız bu en özel yolculuğun neşesini hissedip, tadını çıkarmanız için size destek olacağız!

Eğitimin detayları:


“Doğum dönüşüm için en muazzam zamandır: Bir bebek doğar, bir kadın anne olarak doğar, bir erkek baba olarak ve bir aile aile olarak doğar.” - Gurmukh Kaur Khalsa

Doğum şekli ne olursa olsun, her doğum bir mucizedir!
Doğumu doğru öğrenip, korkulardan özgürleşerek, eşiniz ve bebeğinizle yapacağınız bu en özel yolculuğun neşesini hissedip, tadını çıkarmanız için size destek olacağız :))

Eğitim içeriği:


Hamilelik döneminde egzersiz yapmanın yararları
Bedeni ve zihni doğuma hazırlamak
Doğumun aşamaları
Doğum şekli ve doğum yeri hakkında karar verebilmek
Hamilelik döneminde ve doğum esnasında yardımcı olabilecek pozisyonlar, nefes teknikleri, Kegel egzersizi, perine masajı
Hamilelik süresince oluşan kaygıları azaltmak, doğum esnasında sancılar ile başa çıkabilmek için olumlama teknikleri
Doğum planı oluşturmak
Doğumla ilgili korkulardan kurtulmak
Doğuma giderken anne ve bebeğin valiz hazırlığı
Hastane uygulamaları hakkında bilgilendirme

21-28 Nisan 2013 pazar saat:10:30-13:30 arasında iki oturum olacaktır.Ders öncesinde yoga yapılacağı için gelirken rahat kıyafet giymenizi rica ederiz.
Her oturum 30-40 dakikalık bir hamile yogası uygulaması ile başlayacaktır.Bu eğitime hamileliğinde 13-14. haftayı tamamlamış olan her anne adayı katılabilir.
Kontenjanımız sınırlı olduğu için önceden kayıt yaptırmanız gerekmektedir.
En geç 13 Nisan 'a kadar ertugrul.esra@gmail.com e-mail atabilirsiniz.

Tüm anne adaylarını bekliyoruz:))
Sevgilerimle:))
--
Esra ERTUĞRUL
0555 405 37 03

Hamile Eğitmeni ve Emzirme Danışmanı
www.twitter/bebeimgeliyor.com
http://bebeimgeliyor.blogspot.com
http://zencefilorganizasyon.blogspot.com



Ana Sayfaya Dönün

29 Mart 2013 Cuma

Çocuğunuz ateşli ve hasta olduğunda neler yapabilirsiniz?

Çocuklar hasta olur ve bu çok normaldir. Özellikle okula giden çocuklar çok daha fazla hasta olur. Hatta okula gitmeyen çocukları olanlar okula giden çocukların annelerine "Sizin de çocuklar ne çok hasta oluyorlar, aa neden acaba?" filan der ve sinir ederler ama sonra seneye onların da çocuğu okula başlayıp ayda 2 kere hasta olunca telefonu açıp özür dilerler. Kızmayın onlara, nereden bilsinler okuldan bu kadar hastalık gelebileceğini? Ama inanın bu hastalanmalar size çok acı verse de onların bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Özellikle de en ufak ateşte hemen ateş düşürücüyü verip çocuğunuzun vücudunun antikor üretmesini engellemezseniz. Vücudu ateşle ve hastalıkla savaşırken antikor üretir ve bunlar onun bağışıklığını güçlendirir. Bu nedenle lütfen hemen ilaca sarılmayın. Doktorunuza danışmadan panikleyip ilaç vermeyin.

Özellikle ilk çocukta anneler tedavi peşinde koşarken çocuğa gereksiz yere ilaç yüklemesi yapılıyor ve bu yarardan fazla zarar veriyor. Ben de aynı yanlışı ilk çocuğumda ilk başlarda yaptım itiraf ediyorum. Ateşi 38,4 olunca panik oldum hatta Alper'i kapıp acile koşturdum. Şimdi o günleri düşününce "ne kadar da tecrübesizmişim" diyorum. Tabii ki her çocuk farklıdır ve bağışıklık sistemlerine göre davranmak gerekir. Bazı çocuklar ateşe karşı dayanıksızdır ve havale riski vardır. Onları ayrı tutuyorum ve her zaman çocuğunuzu tanıyan doktorunuzu dinleyin diyorum. Bazı hastalıklarda ilaç hatta antibiyotik kullanmak gereklidir.
Ben sadece size şu anda ateş olduğu zaman ne yaptığımı anlatmak istiyorum. Ateşi koltuk altından ölçüyorum. Eskiden kulaktan ölçerdim ama artık ona pek güvenmiyorum çünkü beni birkaç kez yanılttı. Cıvalı termometreleri çocuğun poposuna sokmayı pek tavsiye etmiyor doktorlar. Çok tehlikeli olabilir. Zaten sağlık bakanlığı artık cıvalı ateş ölçerlerin satışını yasakladı ve kalanları toplattı. Kulaktan ölçülen ateş her zaman biraz fazla çıkar unutmayın. Bunu da düşünerek doktorumuzun tavsiyesiyle 38,5'a kadar ben ateş düşürücü vermiyorum. 38'den itibaren çocuğu soyuyorum. Kış da olsa evde fanila ve donla dolaşıyorlar ve ateş devam ediyorsa öyle yatıyorlar. Kesinlikle üstü örtülmeyecek. Yorganları kaldırın yataktan çünkü ateşli çocuk üşür ve sarınmak ister ama bu onun ateşini yükseltir. Merak etmeyin üşütmez. Ateş 38,5 olunca serine yakın ılık duş aldırıyorum veya kompres yapıyorum bezlerle. Evin ısısını 20 dereceye düşürüyorum. Alnına yapışan jeller var eczanelerde satılıyor serin tutuyor başını 6 saat boyunca onlardan yapıştırıyorum. Diyelim ki bu tedbirlere rağmen ateş 38,5'u geçti o zaman doktorun tavsiye ettiği parasetamol ve ibuprofen içeren iki ayrı ilacı 4 saatte bir dönüşümlü kullanıyorum. (Dikkat edin ilaçlarda paraben olmasın, olmayanlar var) Siz doktorunuza danışmadan çocuğunuza ilaç vermeyin. Ateş 39,'u geçerse doktorumuzu arıyorum ve gerekli görürse acile götürüyorum. 

(Not: Sevinç Eylül 2013'te havale geçirdiği için artık ona diğerlerinden daha farklı davranılması gerekiyor. Havale geçiren çocuklara ateşleri 38 olduğunda ateş düşürücü verilmesini ve ılık duş yaptırılmasını tavsiye ediyor doktorlar)

Hasta olduklarında burunlarını günde 3 kere tuzlu suyla açıyorum. Burada anlattım. http://hassasanne.blogspot.com/2013/01/simdi-tkal-burun-sezonu-nasl-acacaksnz.html
Burunları tıkalı olunca rahat nefes alamıyorlar ve uyuyamıyorlar. Ayrıca tıkalı burun açılmazsa kulağa vurup kulak enfeksiyonuna yol açabiliyor. Yastıklarına ve kıyafetlerine COLDMIX denilen bitkisel yağlardan oluşan damladan damlatmak da çok faydalı oluyor, rahat uyuyorlar.

Hasta olduklarında vücutlarındaki kızarıklıklara çok dikkat etmek gerekiyor. Döküntü varsa mutlaka doktora götürüp ne olduğuna baktırmalısınız. 5. hastalık, 6. hastalık, kızamık, suçiçeği, kızıl vs. olabilir ve hepsinde ayrı davranmak gerekiyor. Doktor kızarıklıkların nerede olduğuna ve nasıl olduğuna bakarak hangi hastalık olduğunu söyleyecektir.

Çocuğunuz boğazım veya kulağım ağrıyor dediğinde onu mutlaka doktora götürün. Kulak iltihabı olabilir ve bunun mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Eğer boğazım ağrıyor diyorsa boğazında Beta mikrobu olabilir. Çocuğunuzun okulunda beta mikrobu çıktıysa en ufak bir belirti gördüğünüzde boğazdan hem 1 saatte sonuç veren kısa beta testini hem de 3 günde sonuç veren beta boğaz kültür testini yaptırmanızda fayda var. Bazen kısa testte negatif çıkıyor ama uzun testte pozitif çıkıyor. Bu bize 4 kere oldu. Uzun testi yaptırmasak Betayı yakalayamayacaktık. 10 gün boyunca alınan antibiyotikle veya kalçadan vurulan penisilin iğnesi ile tedavi edilmeyen beta ilerde kalp romatizmasına yol açabiliyor. Fazla belirti olmadan da geçirebiliyor çocuklar betayı. Mesela geçen sene Sevinç'te sadece burun tıkanıklığı oldu, ateş ve döküntü olmadı. Alper'de sadece döküntü ve burun tıkanıklığı oldu. Esin'de hem ateş, hem burun tıkanıklığı hem de döküntü oldu. Hepsinin beta testi pozitifti. Neyse ki yakaladık ve tedavilerini oldular. Lütfen Betayı ciddiye alın.

Hassas Doktor Prof. Ahmet Rasim Küçükusta şöyle diyor:

"Küçük çocukların senede en az 5-6 sefer viral enfeksiyon geçirmeleri ve buna bağlı ateş, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, öksürük, boğaz ağrısı gibi şikayetleri olması Allah’ ın emridir.
Bunlar ilaca gerek kalmadan birkaç gün içinde geçer gider.
Bazen anne-babaların endişelerinden, bazen doktorun aşırı titizliğinden, bazen defansif tıptan, bazen başka sebeplerden aşırı tetkik yapılıyor.

Bunların getirdiği gereksiz harcamalar ve zaman kaybı dışında da mahzurları var.
BİR: Çocuk doktordan ve hastaneden nefret eder hâle geliyor.

İKİ: Çocuk tetkiklerden zarar görebiliyor. Özellikle X-ışını kullanılan röntgen ve tomografiler rastgele değil mutlaka gerekliyse yapılmalı.

ÜÇ: Aşırı tetkikler aşırı teşhislere ve sizin çocuğunuzda da olduğu gibi aşırı ve gereksiz tedavilere yol açıyor."

Yazısının devamı burada http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2013/03/28/derdime-bir-care/cocuklara-cok-fazla-ilac-veriliyor/







Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

28 Mart 2013 Perşembe

Göz iltihabı (konjunktivit) en çok çocuklarda görülüyor!

                              

Geçen gün Esin uyandığında gözleri kanlanmıştı, şişmişti ve çapak içindeydi. Kirpikleri de birbirine yapışmıştı. Hemen gözünde iltihap yani konjunktivit olduğunu anladım çünkü 6 ay önce de Sevinç olmuştu. Çocuklar devamlı bir yerleri elliyor ve sonra da ellerini gözlerine sürüyorlar ve bu da böyle problemlere yol açıyor. Neyse ki evde gözyaşı denilen damlalardan vardı. Gözüne bu gözyaşı denilen damladan bolca damlattım ve gazlı bezle çapakları temizledim. Bu biraz zor oluyor çünkü kirpikler birbirine yapışıyor hatta bazen gözlerini hiç açamıyorlar. Çay banyosu bu soruna çok iyi geliyor. Bu temizlikten sonra minik bir çay tabağına biraz çayın deminden koydum ve ılınmasını bekledim. Kesinlikle sıcak çayla yapmayın! Soğuk da olmasın ama ılık olsun. İçine 4-5 kat gazlı bez batırın, iyice çeksin ılık çayı. Gözünü kapatmasını söyleyin ve gözünün üstüne çaylı gazlı bezi koyun. 5-10 dakika dursun yani çocuğunuz ne kadar dayanabilirse. Daha sonra da doktorunuzun size tavsiye edeceği göz pomadını sürebilirsiniz. Ben Sevinç'e olduğunda hemen alıp doktora götürmüştüm ve bu sorunu öyle öğrenmiştim. Şimdi ne olduğunu bildiğim için çok kötü bir görüntü yoksa bu dediklerimi yapıyorum. Bu şekilde 1 günde normale döndü gözü Esin'in. En önemli şey, eğer anlayacak yaştaysa elini gözüne götürmemesi gerektiğini söylemeniz ve sık sık hatırlatmanız çünkü çok bulaşıcı ve onun diğer gözüne ve başka insanların gözlerine de bulaşabilir. Gözü kaşındığı ve battığı için eli gidecektir. Sık sık elleri yıkamak ve evden havluları kaldırıp bir süre kağıt havlu kullanmak bulaşmayı önlemek için çok önemli. Gerçi ne kadar uğraşsak da bazen bulaşabiliyor mesela şu anda benim iki gözümde de var:( Genellikle 2-3 günde geçiyor ama geçmezse ve kötüleşirse mutlaka doktora götürün.

Acıbadem Hastanesinin web sitesinde şu bilgileri buldum:

Göz yüzeyini kaplayan tabakanın iltihaplanmasına ‘konjunktivit’ deniliyor. Acıbadem Kocaeli Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Feray Koç, bu hastalığın alerjik nedenlerle (polen, toz, güneş) ile ortaya çıkabildiği gibi, çeşitli bakteriler, virüsler ve parazitler ile de oluştuğunu söylüyor. Ayrıca göze kaçan çeşitli kimyasal maddeler de ‘toksik konjunktivit’e neden oluyor.

Hastalığın belirtileri şunlar:

- Gözlerde kızarma
- Sulanma
- Yanma ve batma hissi
- Kirpik dibinde salgılar birikmesi
- Kirpiklerin birbirine yapması

Konjunktivit bulaşıcı bir hastalık. Özellikle bazı virüslerle bulaşan konjunktivit salgınlara neden oluyor.

Çocuklarda daha sık görülüyor. Çocuklar daha alerjik bünyeli olduklarından, alerjik konjunktivit çocukluk çağında daha sık izleniyor ama yaş ilerledikçe azalıyor. Kreşlerde ve okullarda çocukların birbiri ile yakın temas halinde bulunması, aynı oyuncaklarla oynayıp elleriyle sık sık gözlerini ovuşturmaları, ellerini sık sık yıkama alışkanlıklarının olmayışı gibi nedenlerden mikrobik konjunktivitler de çocuklarda daha sık izleniyor.

Tedavisi nasıl yapılıyor?

- Eğer bakterilerin neden olduğu bir konjunktivit var ise antibiotikli damlalar ve merhemler veriliyor.
- Viral konjunktivitler antibiotiklere cevap vermez. Klinik seyrine göre şikayetleri hafifletici çeşitli tedaviler uygulanıyor.
- Alerjik konjunktivitlerde ise alerji önleyici ve giderici damlalar ve soğuk kompres öneriliyor.

Tedaviye rağmen tekrarlıyor mu?

Tedavi erken kesilmiş ise tekrarlayabilir. Alerjik veya toksik etkene tekrar maruz kaldığımızda konjunktivit tekrar edebilir. Konjunktivite neden olan birçok virüs ve bakteri vardır ve bunlar sürekli değişim içindedir. Hastalık yapabilecek yeni virüsler ve bakterilerle karşılaştığımızda konjunktivit tekrar edebilir.

Tekrar oluşmaması için nelere dikkat etmek gerekiyor?

- Ellerinizi yıkayın
- Eğer kontakt lens kullanıyorsak el yıkamak daha da önem kazanır. Lenslerimizi kuralına uygun şekilde lens solusyonlarında dezenfekte etmeli önerilen sürelerde yenilemeli ve asla lensle duşa havuza veya denize girmemeliyiz.
- Alerjik bir konjunktivitimiz varsa allerjik maddenin göze temasını önlemek, koruyucu gözlükler takmak ve allerji önleyici damlaları kullanmak da konjunktivit tekrarlarını azaltabilir.

Gözdeki kırmızılık her zaman konjunktivit olduğunu mu gösterir?

Sadece alerjik ve viral konjunktivitlerde göz kızarmaz başka nedenler de olabilir. Bebeklerde gözyaşı kanalı tıkanıklığı sonucu sık sık gözde akıntı, kızarma, çapaklanma olabilir. Veya göze kaçan bir yabancı cisim, gözün yüzeyinin çizilmesi, kronik kirpik dibi enfeksiyonları, kontakt lenslere ait problemler, göz içi enfeksiyonları, göz tansiyonunun yükselmesi, nadiren göz içi tümörleri ve şu anda aklımıza gelmeyen bir çok neden göz kızarmasına sulanmasına neden olabilir.

Yazıya bu linkten de ulaşabilirsiniz http://www.acibadem.com.tr/guncelsaglik/GuncelSaglik.asp?t=640






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Hassas Annemiz Ekin çalışan ikiz annesi olmayı anlatıyor

                               

Çalışan bir ikiz annesiyim. 4 yaşında iki oğlum var. Doğanın bana verdiği en büyük hediyeyi ve mutluluğu, yaşamın zorlukları ve tüm bocalamaları ile birlikte yaşıyorum.

Hermina Ibirra; ‘working identity’ adlı kitabında çalışan ve iyi kariyer sahibi olan kadını, elinde büyük bir kayayla yüzen ve yavaş yavaş batan, battığını kendi de gördüğü halde elindeki o koca kayayı bırakmayan(bırakamayan) birine benzetir.

İlk once biraz klişe sorulardan başlayalım:
• Zamansızlıktan yakınıyor musunuz?
• Hem annelik, hem diğer tüm rollerinizde yetememek/yetişememek kaygısı üzerinizde mi?
• Kendinizi diğerleri ile karşılaştırıyor musunuz?
• Yaşamınızdaki iş/özel yaşam/çocuklara ayırdığınız zaman dengesi bozuldu mu?

Tüm bu negatif soruların cevabı evet ise, bu yazıyı okumaya devam edebilirsiniz. Ancak bir şartla, bu soruları kendinize sormayı bırakarak. Çünkü hayatınızın dengesini sağlayacak, farklındalığınızı arttıracak yaklaşım bu soruların cevaplarında değil. Daha doğrusu kendinize bu soruları sorarak bulunmuyor.

Yukarıdaki tüm soruları bir kenara bırakıp, neyi istediğiniz sorusunu kendinize sorarak başlayabilirsiniz. Hayatınız, çocuklarınız, eşiniz , işiniz ve diğer tüm ilişkilerinizde nasıl bir hayat hayal ediyorsunuz?

Bir an için gözlerinizin önünde canlandırmaya çalışın. Hayalinizdeki kendiniz nasıl bir anne, nerde, neler yapıyor, hangi değerlerinizi bugünden daha çok yaşıyor?

Çocuklarınızla güçlü ve sağlam ilişkiler kurmak için neler yapabilirsiniz? Onlara sınırları öğretmekle harcadığınız vaktin bir kısmını onları dinleyerek geçirmeyi deneyebilir misiniz? Küçük bir çocuk da olsalar, annelerinin onlara saygı duyduğunu ve dinlediğini bilmeleri nasıl mucizeler yaratıyor göreceksiniz. Bu elbette ki, her yaptıklarına izin vermek yada onları tehlikeye atacak davranışların önünü açmak değil. Sadece dinlemek ve önemsediğinizi hissettirmek. Bu çalışan anne için daha da önemli, çünkü çocukla beraber geçirdiğiniz vakit çok az. Günde iki saat, gerçek bir dikkat ve çocuğa doğru yöneltilen konsantrasyon muhteşem sonuçlar doğurabiliyor. Bir de o gün neler olduğunu öğrenmek istiyorsanız, nelere üzüldüğünü, sıkıldığını, mutlu olduğunu çok tepki vermeden dinleyin ve sadece duygularını sorun. Çocuğunuzun hissettiği tüm duyguları normal, kabul edilir olarak algılamasına ve size açılmasına yardımcı olur. Bu yolla belki de bütün gün çocuğunun yanında olan anneden daha çok çocuğunuzu tanıyabilir ve daha güçlü bir bağ kurabilirsiniz.


İşin sizin için değeri nedir? Birçok çalışan anne ilk once para için çalıştıklarını söyleseler de, daha sonra paranın çok daha geri planlarda olduğunu, aslında başarı tanımları ve kendini gerçekleştirme ile daha bağlantılı olduğunu görüyorlar. Böyle bir farkındalık, işte geçirilen zamanda yaşanılan vicdan azabının biraz olsun azalmasında etkili olabiliyor. Bir de bu farkındalığın altında yatan değer-başarı, ya da kendini gerçekleştirme açığa çıkmış oluyor. Böylece o da artık değişime, dönüşüme ve farklı bir form almaya hazır bir değer olabiliyor.

Tüm bunların ortasında kendiniz için ne yapıyorsunuz? Hayatta tutkuyla bağlı olduğunuz, yapmaktan keyif aldığınız neler var? Pırıltılı anlarınız hangileri? Kendinizi gerçekleştirmek için neler yapabilirsiniz? Özellikle çocukları biraz daha büyüyen, en azından gece uyumaya başlayan anneler, kendilerine dönecek vakitleri daha çok bulabiliyorlar. Henüz vaktiniz olmadığınızı düşünüyorsanız, beş dakika her gün kendinize sessizlik yaratın ve sadece kendinizle olun. Öyle bir beş dakika seçin ki, kimse size müdahale edemesin ve aklınız dışarıda kalmasın.

Son olarak en elle tutulur tavsiyem, zaman yönetimi. Tam tabiriyle, zamanın suyunu çıkartın. Televizyon karşısında, facebookta, yolda negatif düşünerek geçen tüm vakitleri, sizin için pırıltılı anlara dönüştürebilirsiniz. Günlük değil haftalık hatta aylık plan yapmanızı öneririm. Steven Covey’in zaman planlama teknikleri ile ilgili çalışmaları var, çalışan anneler mutlaka okumalı ve üzerinde düşünmeli. Günlük yapılacaklar listesinden çok daha öte, değer bazlı, hayatımızdaki önceliklerimiz bazlı yapılan bir planlamadan bahsediyor.

Çalışan anne paradoksunda suçluluk duyguları, kendine, çocuklara, ve işine yeterince zaman ayıramamak gibi en başta sorduğum soruların hiç de kolay bir yolu yada reçetesi yok aslında. Çözüm değil yol diyorum, çünkü aslında hayatın ta kendisi. Kendi yolumuzu bir insan olarak çizebilmek...
Ekin






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün









27 Mart 2013 Çarşamba

Herşeyin bir Zamanı Var

Çocukların değişik geçiş dönemleri için de herşeyin bir zamanı var sözü geçerli. Bu zamanları kaçırdığınız zaman süreci çok daha zorlu geçiriyorsunuz. Burada şu uyarıyı yapmam lazım. Her bebek ve çocuk farklıdır. Bunun yanında yapılması gerekenler genellikle değişmez ama bu yaptıklarınız sonucunda her çocuk farklı tepki verir.


Bana çocuğum şunu yapamıyor, bir türlü alıştıramadım ve bu süreçte çok zorlanıyoruz şeklinde mesajlar çok geliyor ve bakıyorum ki zamanında yapılması gereken geçiş dönemlerini kaçırmışlar.

Örnek olarak ek gıdaya geçişi verebilirim. 16 aylık bir çocuğu ek gıdaya alıştırmaya çalışırsanız inanılmaz zorlanırsınız çünkü ek gıdaya geçiş zamanı 6 ay civarıdır. Bebek sadece anne sütü alıyorsa ve gelişimini doktoru beğeniyorsa 6 aydan önce anne sütü dışında birşey verilmemelidir. Bebek anne sütünden çok mama alıyorsa veya anne sütü alırken gelişimi iyi değilse 4,5 aylıktan itibaren ek gıdaya başlatıyor doktorlar. Diyelim ki bebeğiniz 6 aylık oldu ve sadece anne sütü alıyor, mutlaka az az ek gıdaları vermeye başlamanız çok önemli. Unutmayın ilk 12 ay bebeğinizin ana gıdası anne sütü ve/veya mama olmalıdır. 6 aylıktan 12 aylığa kadar ek gıdalar tanıştırmak amaçlı ve az az verilir. Siz aman anne sütü alıyor diye 6 aylıkken ek gıdalara başlamazsanız, bu ilerde ek gıdalara çok zor geçeceksiniz demektir. Bebeğiniz sıvı dışındaki gıdaları da yemeyi öğrenmelidir. Dokuz aylıkken de artık yiyecekleri ezmeyi ve blender kullanmayı bırakmanız gerekiyor. Böylelikle bebeğiniz pütürlü gıdaları yemeye alışır. Yine bu zamanı geçirip daha uzun süre blender kullananlar daha sonra pütürlü gıda yedirmekte çok çok zorlanıyorlar. 3-4 yaşına kadar püre yiyen koca çocuklar var böyle.

Emzik ve biberon bıraktırmak da aynı şekilde. İki yaşından sonra emzik ve biberon kullanmak çocukların diş ve damak yapısını bozabiliyor. Bundan da kötüsü iyice bağımlı hale geliyorlar ve daha sonra bırakmaları çok zor oluyor. Sonra 4 yaşına gelip ağzında emzikle dolaşan veya biberon kullanan çocuklar görüyoruz. Anne sütü konusuna ben çok önem veriyorum biliyorsunuz. Bebeklerin ilk 6 ay sadece anne sütü alması ve 2 yaşına kadar anne sütü almaları onların sağlıkları için çok faydalı. İki yaşından sonra emzirmeye devam etmek tabii ki size kalmış bir şey ama bunu ileri yaşlara kadar sürdürürseniz çocuğunuzun memeye bağımlı hale gelmesi olası. Zaten 2 yaşından sonra memenin beslenmeden çok alışkanlık olduğunu belirtiyor uzmanlar.

Tuvalet eğitiminde de çocuğunuzun size verdiği sinyalleri iyi almanız lazım. Çocuğunuz size çişini kakasını söylediği zaman artık hazır demektir. Bu da genellikle dil gelişimi normal olan çocuklarda 2 yaş civarı oluyor. Bu zamanı "daha erken" diyerek veya anlamayarak kaçıran anneler daha sonra "haydi artık bezi bırakmanın zamanı geldi" dediklerinde zaman geçmiş oluyor ve çok zor bir geçiş dönemi onları bekliyor.

Okul öncesi eğitim de aynı şekilde. Pedagoglar çocukların 3-4 yaşında okul öncesi eğitime başlamalarını tavsiye ediyorlar. Eğer çocuklar okul öncesi eğitim görmeden 6 yaşında okula başlarlarsa uyum sağlamakta çok zorluk çekiyorlar.

Sonuç olarak, herşeyin bir zamanı vardır ve bu zamanı kaçırmamak gerekir. O anda bu geçişler size zor gelse de, inanın bana ertelerseniz ilerde herşey daha da zor olacaktır. Herşeyi zamanında yapmak en güzeli...







Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Çocuğunuz bunları yapıyorsa göz doktoruna gitmenizin zamanı gelmiş olabilir



Bu bilgilerimi kızlarımı götürdüğüm Maslak Acıbadem'deki göz doktorumuzdan aldım.





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Çocuğum tuvalet eğitimini tamamlamıştı, birden çişini tutamamaya başladı!

Hassas Annemiz Emine:
İyi geceler, oğlum 38 aylık bir yıl önce tuvalet eğitimi verdim gündüzleri çişini söylüyordu gecede ben saat kurup kaldırıyordum bazen gitmek istemiyordu. İki ay önce gece kendisi uyanmaya başladı sesleniyordu. Son 15 gündür gece sürekli altını ıslatıyor. Yatmadan tuvalete gidiyor bazen yok diyor iki saat aralarla kaldırmaya gidiyorum ıslanmış oluyor. Gündüz uykusunda bile çişine uyanamıyor.ne yapmalıyım? Patolojik bir şey mi var diye düşünmeye başladım.

Cevabım:
Bir doktora götürüp anlatın büyük ihtimalle idrar yolları enfeksiyonu testi yaptırmanızı isteyecektir. Bazen idrar yolları enfeksiyonu yüzünden tutamamaya başlıyor çocuklar. Doktor da bir görsün. Tuvalet eğitimini bitirip çişini sorunsuz tutanlar birden tutamazsa sorun genellikle o oluyor. antibiyotikle geçiyor. Doktor antibiyotik verirse lütfen dozunu tamamlayın. Haydi doktora:) geçmiş olsun







Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

26 Mart 2013 Salı

25.000 çocuğu doğayla buluşturacak Minik TEMA İstanbul Projesi

                             

İstanbul’da bir yılda okul öncesi ve ilköğretim çağındaki 25.000 çocuğu doğayla buluşturacak Minik TEMA İstanbul Projesi, 27 Mart 2013 Çarşamba günü saat 10:00’da Elmadağ’da bulunan Konak Otel’de yapılacak basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruluyor.

İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile TEMA Vakfı tarafından 500 okulda, yaklaşık 1.000 sınıfta uygulanan Minik TEMA İstanbul Projesi ile ülkemizin en büyük kenti İstanbul’da çocuklarımızın doğayla arasında bağ kurmayı ve bu bağı olabildiğince güçlendirmeyi hedefliyoruz. Biliyoruz ki günümüz çocuklarının doğayla olan bağları giderek zayıflıyor ve çocuklar daha az dışarı çıkıyor. Çocukları doğayla yakınlaştırmak, gözlem yaparak doğadaki ilişki ve örüntüleri fark etmelerini sağlamak, fiziksel olarak hareket edebilecekleri alanlar sunmak gibi amaçlarla yola çıkan Minik TEMA, sürdürülebilir bir geleceğin temellerinin ancak erken çocukluk döneminden itibaren verilecek doğa eğitimiyle atılacağına inanıyor.

TEMA Vakfı tarafından 2010 yılında başlatılan, Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğinde ve Türkiye Okul Öncesi Eğitimini Geliştirme Derneği’nin katkısıyla geliştirilen Minik TEMA, okul öncesi ve ilkokul çocuklarına yönelik bir doğa eğitim programıdır. Program, çocukların doğada hissederek, dokunarak, koklayarak, duyarak, ilk elden deneyimler yaşamasına, böylece hem bedensel hem de zihinsel gelişimlerinin olumlu yönde desteklenmesine imkân sağlamak amacıyla geliştirilmiştir.







Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

24 Mart 2013 Pazar

Çocuğumun dişinde siyah lekeler var, neden olabilir?

Hassas Annemiz soruyor:
merhaba,1.5 yaşındaki oğlumun alt dişleri ön ve arkadan siyah lekeler oluştu dişlerini fırçalamıyor alıştırmaya çalışıyorum yanında biz de fırçalıyoruz ama yok ağzını açmıyor eline verdiğimizde tarak sanıp saçını tarıyor. Temiz bir bezle silmeye çalıştım ama öyle çıkmıyor. Çikolata filan çok yediğinden sanırım. Kestim çikolatayı 3- 4 günde 1 tane yiyor. Hazır meyveli yoğurt filan da çok yiyor onun dışında abur-cubur yemiyor. Acaba yemeklerden olabilir mi? 10 aylık falandı mamayı kestik biz ne yersek onu yiyor iştahı çok iyi, Beni emmedi zaten. Bir şey daha soracağım oğlum 19 aylık 17 kilo boyu da iyi. Şimdi sorun yok ama ilerde kilolu olmasını istemiyorum 4- 5 yaş . Düzenli yemek yiyor acaba biraz kıssam mı acaba?

Cevabım:
Çocuğunuzu mutlaka bir diş doktoruna götürün baktırın. Dişlerini günde 2 kere suyla bile olsa bebekler için olan fırçayla fırçalamalısınız. 1,5 yaşında çocuk çikolata filan pek yememeli lütfen. Ancak günde bir küçük parça. Meyve sebze yemez sonra o çok tatlı tada alışırsa ve dişleri de çürür. Hazır meyveli yoğurt filan vermeyin sitede yoğurt mayalama tarifim var kendiniz mayalayın onu verin. Bir sürü katkı maddesi ve şeker var onlarda. Anne sütü almamış olması da dişleri için kötü tabii. Yemeğini değil hazır gıdaları ve çikolataları filan kısın lütfen. Dişlerindeki siyahlıklar demir damlasının yaptığı izler de olabilir. Onlar da kalıcı oluyor ve çıkmıyor. Demir damlasını damlatırken dilin arkasına doğru damlatırsanız ve biraz sıvı içirip hemen dişleri nemli bezle silerseniz leke yapmayabilir. Zaten 6-7 yaşında bütün dişleri değişecek. Ama mutlaka bir diş doktoruna görünmeniz iyi olur. Eğer onlar leke değil de çürükse müdahale etmeleri gerekebilir.






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Bebeğiniz aşı olurken veya kan aldırırken onu nasıl rahatlatabilirsiniz?

 Öncelikle siz sakin olmalısınız. Siz telaş yaparsanız bebeğiniz de bunu hisseder ve ağlamaya başlar. Siz rahat olun. Bir de benim bir taktiğim var, aşı yapılırken yapardım çok işe yarardı. Çocuk doktorum inanamamıştı nasıl işe yaradığına ve o günden sonra her anneye tavsiye ettiğini söylemişti. Aşı yapılırken bebeğimin kulağına yaklaştırırdım ağzımı ve böyle rüzgar sesi yapar gibi kalın ve hep aynı tonda bir ses yapardım kulağına. Bu anne karnındaki sese benzediği için onu rahatlatırdı. İyice yaklaştırırdım ağzımı onun kulağına. Saç kurutma makinesi sesi gibi bir ses çıkarırdım. Hatta kolik ve ilk aylarda çok ağlayan bebeklerde yanında saç kurutma makinesi ve elektrik süpürgesi açmak onu rahatlatır. Bu aynı tondaki yüksek ses anne karnındaki seslere benzer ve kendini güvende hissetmesini sağlar.

Bu yöntem özellikle 0-1 yaş arası bebeklerde çok işe yarar tavsiye ederim. Aşı biter bitmez de emzirin veya biberon alıyorsa biberonu hazır olsun. Dediğim gibi annenin telaşsız ve sakin olması bebeğe de yansır. Büyük çocuklarda da anlatın ne olacağını. Çok az acıyacağını ama bunun onu hastalıklardan koruyacağını söyleyin. Çocuğunuz korkarsa ve ağlamaya başlarsa onun duygularını önemsediğinizi gösterin. "Saçmalama, ağlama, korkacak ne var?" gibi şeyler demeyin. "Evet anlıyorum, şu anda biraz korkuyorsun ve bu çok normal ama inan bana fazla acımayacak ve hemen geçecek" gibi şeyler söyleyin. Hatta eline tıbbi bir alet (mesela stetoskop gibi) verip onunla oyalanmasını sağlayabilirsiniz. Yanınızda bir de yapıştırma veya küçük bir hediye de götürün tam aşıdan önce verin ona bakarken olay olur ve biter. Bebeğinizi emziriyorsanız aşıdanveya kan alımından hemen sonra emzirin ki rahatlasın. Biberonla mama veya yaşına uygunsa meyve suyu da verebilirsiniz. Büyük çocuklar için de yanınızda bir meyve veya sticker götürüp işlem bitince ona verebilirsiniz. Ama dediğim gibi en önemlisi sizin rahat olmanız ve ona güven vermeniz. Onu kendi telaşınızla telaşlandırmayın. Sakinliğiniz ve gülümsemenizle ona yardımcı olun.






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

23 Mart 2013 Cumartesi

Doğal mutfak

Hassas Annemiz Filiz:
Selamlar biliyor musunuz sizin yayınınızla yoğurt yapmıştım sonra tereyağı da yapabileceğimi öğrendim arkadaşımdan ve az önce yaptığım yoğurdun kaymağı ile blenderde bir çorba kaşığı tereyağı elde ettim. Sabah oğullarıma onunla pastırmalı yumurta yapacağım. Bunları size niye yazdığımı merak edebilirsiniz hemen yazayım, önümü açtınız. Doğal mutfağım olsun diye uğraşıyorum, yoğurdu ve dolayısıyla tereyağını da ekledim. Teşekkürler, kolaylıklarr:)

Cevabım:
sağol canım güzel sözlerin için. Evet ben de öyle yapıyorum tereyağını süper oluyor. O kaymak/tereyağını omletlere ve tatlılara koyuyorum bir de mısır patlatıyorum onun içine koyuyorum. (GDOsuz mısır bulun ama ) terayağlı mısır oluyor nefisss. Afiyet olsun. Dur daha neler geliyor. Yaz sonunda beraber kış hazırlıkları yapacağız; domates sosu, salça, turşu, dondurucuya meyveler, şoklanmış fasulyeler, bamyalar, bezelyeler neler neler... Eşim diyor ki senin kadar eğitimli bir köylü kadını yoktur herhalde:) sonra da bayılıyor ama yaptıklarıma:) Amerikalarda yüksek lisans yap sonra evde neler neler yap ama süper oluyor ne yapiyim, gurur duyuyorum yaptıklarımla:) Aynen devam sevgilerrrr






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Hassas Annemiz Hacer'in güzel kızı Nevra İnci'nin çok zorlu geçen doğumunun hikayesi

                                   

İçimi cız ettirdiniz bu sabah. Bebeğinizin unutamadığınız halleri diyerek...

Hamileliğim biraz problemli geçti benim, 6-7 ay boyunca hem bebeğin suyu azdı, günde 4 hatta 5 litre su içtim, her gün. Bunun ne demek olduğunu tahmin bile edemezsiniz. 1 damacana su 3-4 günde bitiyordu. Tam her şey yoluna girdi derken, bir gece el bileklerim kaşınmaya başladı ama tarifi imkansız bir kaşıntı. Ertesi gün bileklerimde kabarıklıklar gördüm sonra her gün kaşıntı ve kabarıklıklar gitgide arttı. Artık geceleri uyuyamıyordum. El bileklerimden başlayarak kollarımın tamamı bu kabarık kaşınan şeylerle doldu. Tabii artık son aya girdiğimizden 3 günde bir doktorum beni görmek istiyordu. Son kontrolde ağlamıştım ''artık dayanamıyorum, nolur bişey yapın, bir ilaç bir şey!'' Doktorum, zaten son haftalardasın, bolca soğuk duşa gir, ilaç kullanmanı istemiyorum deyince günde 15 kere duşa girdiğimi hatırlıyorum.

Pazartesi günüydü doktorum bunları söyledi. Ben salı günü dayanamadım, tekrar doktoruma gittim, kortizonlu bi iğne yaptılar, bebeğe birşey olmayacaktı, çünkü erken doğum gibi bir risk oluştuğunda da bebeğin akciğerleri gelişsin diye de aynı iğneden yapılıyor. Artık geceleri sadece 2 saat uyuyabiliyordum, ellerime çorap takıyordum, çünkü gece uykumda kaşımaktan kanatıp acıya uyanıyordum. Çarşamba akşam bacaklarım da kaşınmaya başladı, Perşembe sabah doktor kontrolümüz vardı. Sabaha kadar evin içinde yürüdüm, balkonda oturdum. sabah duşumu aldım, doktorun yolunu tuttuk eşimle. gittik, doktorum henüz gelmemiş, hemşiremiz nst kağıdımı verdi ve sancılarıma bakılacaktı. Gittim, uzandım, hemşire geldi, nst'yi bağlayacak, ''ayyy, ne kadar feci olmuş karnın, içim bi fena oldu, ben arkadaşı çağırayım o bağlasın''dedi, hayatımda hiç bu kadar rencide olmamıştım. Bu benim istediğim bişey değil ki, o kabarıklıklar karnıma da yayıldı ve içleri su dolu gibiydi, kaşıdıkça patlayanlar da kabuk olmuştu. kim bu şekilde olmak ister ki! ağlamaya başladım, sinirlerim bozuldu, zaten dışarda gezerken hamileyim karnım burnumda herkes bana bakıyor, bir de kollarım da aynı vaziyette, ayy yazıkk diye söyleniyolar, bu artık son noktaydı.
Tam bu anda Kadriye hemşireyle tanıştım. Tatlı mı tatlı, tam olarak bu meslek için yaratılmış. yanıma geldi, ağlama, bu senin elinde olan bişey değil, ben senin yanndayım , ne gerekirse ben yapıcam seninle ben ilgilenicem dedi. sanki ablam geldi bi anda yanıma. (benim ablam yok:) nst'yi bağladı, hiç sancı yoktu, ama tabii durumumdan doktorumu haberdar etmiş.

Doktorum gelir gelmez nefes nefese yanıma geldi. "Nasılsın" dedi, hiç iyi olmadığımı o da görüyordu. Bacaklarımı gösterdim, 1 gecede bütün bacaklarım kabarmış ve su toplamıştı. "Hacerciğim üzerini giyin, eşinle birlikte odama gelin" dedi. o anları hatırlıyorum. eşimle birbirimize baktık, odasına gittik. ''zaten son haftana girdin, 1 gecede bacakların bu hale geldiyse bu gece neler olacağını tahmin bile edemeyiz,doğum için açılman başlamamış, bebek eşinden ayrılıp karnında ölebilir, seni de zehirleyebilir. eğer 4. veya 5. ayda bu şekilde olsaydın kesinlikle senin hayatını riske atmaz gebeliğini sonlandırırdım'' dedi. o an birisi bana tokat atmış gibiydim. "ben eve gidebilir miyim dedim" doktoruma. Hayır hemen yatışını yapıyorum, eşin ne gerekirse evden alır, sen gitmeyeceksin, dedi. saat 9du, suni sancıyı verelim en geç 3 gibi doğum olur, dedi. herşeyim hazırdı aslında, hastane çantam, bebek şekerlerimiz, hastanede dağıtacağımız çikolatalar, gelen misafirlere dökeceğimiz kolonya, akla gelebilecek her şeyimiz dört dörtlük hazırdı. Ama böyle olmayacaktı, biz sancı gelince heyecanla koşa koşa gidecektik hastaneye...

Eşimin ailesi Ankara'da, benim ailem İzmir'de yaşıyor, biz Konya'da oturuyoruz. eşimin babası akciğer kanseriydi o zaman, eşim haber vermek için aradığında babasının hastaneye kaldırıldığını ve gelemeyeceklerini öğrendi. Benim ailem İzmir'de, annem hep gelmek istedi, ama telefonda hep durdurdum onu, "anne son hafta gel, sonrasında uzun kalırsın" dedim. bu durumumdan da hiç kimseye bahsetmemiştik. Anneme telefon açtım, sakince anlattım, "beni şimdi doğuma alıyolar, annecim sen de gel" dedim.

Annem ağlaya ağlaya gelmiş 8 saatlik yolu.
Suni sancı kısmını çekenler daha iyi bilir anlatmama gerek yok. Akşam üzeri saat 6 ya geliyordu, bebeğimin kalp atışları değişmeye başlayınca sezaryene alındım, her saniyeyi hissederek geldi bebeğim, spinal oldum. Doktorumdan Allah binlerce kere razı olsun, Şükran DOĞRU, adı gibi çok doğru bir insandı benim için. Bebeğim doğduğunda öptüm, tertemizdi bembeyaz, saçları vardı karakara, ağladım. sonra zaten 2-3 dk içinde bütün işlem bitti ve odamıza geçtik. Beni yatağıma yatırdıkları sırada annem girdi içeri ağlarak. "anne sen de beni, benim bebeğimi sevdiğim kadar seviyor musun?" dedim, "daha çok" dedi...

Artık bitti demiştim, artık ya ben ya bebeğim olmayacağız... ama Allah'ım beni eşime anneme ve çocuğuma bağışladı. Kızımı getirmişler, eşim almış, öptü beni, "çok güzel bi kızımız var" dedi. "hayır çok çirkin" dedim :)
Tabi bitmedi bu şekilde. geçmedi yaralarım, günlerce kortizonlu iğneler vuruldum ve doktorum bunun etkisi bebeğe en fazla uyku yapar dediği için içim elvermeden emzirdim bebeğimi. Çok kötü durumdaydım, o yaralar geçmez dedim, geçse de hep iz kalır dedim ama Allah'a çok şükür hiç iz bile kalmadı. öyle kötü hissediyordum ki kızımla fotoğraf bile çektirmedim çok kötü durumdayım diye ama şimdiki aklım olsa o anları fotoğrafsız bırakır mıydım?

Şimdi kızım 8 aylık, artık her anımız çok kıymetli. bu süre içinde kayınpederimi kaybettik. o yüzden artık kızımın da eşimin de önemi daha da farklı benim için.
Allah bu derdi çeken herkesin yardımcısı olsun.

Sabah okumuştum yazınızı,bebeğinizin unutamadığınız halleri diye, işte neleri özlemiyorum ki... Bünyem çok zayıf olduğu için ikinci bebekte de yaşayabilirmişim bunları malesef, ama tüm bunlara rağmen hastaneden eve geldiğimde eşimle bebeğimize bakıp "ikinciyi ne zaman yapsak?" dedik bunlar yaşadıklarımın sadece bir kısmıydı, her şeye rağmen normal doğum yapmak isterdim, hatta lohusa psikolojisiyle 20 gün boyunca etkisinden kurtulamayıp neden sezaryen oldum diye üzülmüştüm ama şimdi iyi ki kızım yanımda diyorum.






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

22 Mart 2013 Cuma

Mutlaka bebekleriniz ve çocuklarınız için oto koltuğu kullanın!


Çocuklarınızı lütfen arabada arka koltukta ve araba koltuğunda oturtun! Onlar bizim canımız. Hayatlarını tehlikeye atmayın. Doğdukları günden itibaren buna alışırlarsa ve hiçbir zaman araba koltuğuna oturmadan seyahat etmezlerse kesinlikle zorluk çekmezsiniz. Kaza sırasında bir çocuğu kucağınızda tutmanıza imkan yok. Çocuklar kesinlikle ön koltukta oturmamalı. Hava yastığınız küçük bir çocuk ön koltuktayken açılırsa Allah korusun çocuğun kafası bile kopabilir o etkiyle. Amerika'da böyle kazalar oldu. Hatta Amerika'da yeni doğan bebeğinizi hastaneden bile bırakmıyorlar bebek oto koltuğunuz yoksa. bebeğinizi ancak bebek oto koltuğuna başlıyarak alabiliyorsunuz hastaneden çıkarken. Arabada çocuğun yeri arka koltuk ve çocuk koltuğu. Başka türlüsünü bilmezlerse tutturmazlar. Emzirmek veya sakinleştirmek için bebeğinizi veya çocuğunuzu kucağınıza almayın, anında alışırlar ve ondan sonra işiniz zor. Siz de her zaman kemerinizi bağlayın ve iyi örnek olun. Çocuklarınız buna değer.







Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Emziren Anne hasta olursa ne yapabilir?

Hassas Anne Seda:
İyi akşamlar hassas anne size daha öncede yazmıştım gece uykusuyla ilgili şimdi tecrübelerinize dayanarak baska bir sorum olacak benim kızım üç aylık oldu ve sadece anne sütü veriyorum şu an ben çok hastayım burnum akmıyor ama boğazım çok kötü kulaklarının içine kadar tarifi imkansız bir ağrı var üşüyorum malum ilaç kullanamıyorum bilindik bitki caylari içtim ama ise yaramadı tavsiyeniz var mı? benim minik kızım için bir an önce ayağa kalkmam lazım onun bana ihtiyacı var...teşekkürler lütfen cevap verin.

Cevabım:
Geçmiş olsun canım. Anneler hastalanmasın ne olur. İlaç kullanabilirsin doktoruna sorup. Kulak iltihabı varsa antibiyotiksiz geçmez ve duyma problemine kadar gider. Anne sütün de azalır. Hemen doktora git ve kısa ve uzun boğaz kültürü aldır ve kulaklarına baktır enfeksiyon var mı? Doktora emzirdiğini söyle ona göre ilaç verir. ancak böyle hemen iyileşirsin. Bir de boğazın için bal ile toz zencefili karıştır macun gibi yap, boğazında tutarak ye. Bu arada nane yeme ve nane çayı içme sütünü azaltabilir.



Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

20 Mart 2013 Çarşamba

İlk 3 Ay bebeğiniz her ağladığında onunla ilgilenin ve emzirin

                               

İlk 3 ay bebeğiniz her ağladığında onu kucağınıza alıp ilgilenmeli ve emzirmelisiniz. 

Bu gelişimi için çok önemli. İlk 3 ay evin hakimi kesinlikle bebeğiniz. Eğitim filan yok sadece her ağladığında ilgilenmek, sarılmak ve emzirmek var! Bebeğiniz çok ağlıyorsa belki kolik olmuş olabilir ama idare edin. Gazı olabilir, masaj yapın karnına. Kucağınızda dolaştırın. Bol bol cildinize temas etsin. T-shirtünüzün içine sokun onu göğsünüze yatırın. Bebeğiniz de çıplak olsun. Üşür derseniz örtü ile sarın dışardan. İkinizin çıplak teninin teması onu rahatlatır. Kendini güvende hissetmesi çok önemli. Ağlatmayın.






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

21 Mart Dünya Down Sendromu Günü Bu konferansı kaçırmayın


Down sendromu hakkındaki çalışmalarıyla dünya çapında takip edilen ve son araştırmasıyla Down sendromunda bilişsel kapasite artışını desteklemeye yönelik çalışmalarda gelişme elde eden nörobiyoloji uzmanı, Stanford Üniversitesi Araştırma Laboratuvarı Başkanı Doç.Dr. Ahmad Salehi, Down Sendromu Derneği'nin davetlisi olarak Türkiye'ye geliyor.
21 Mart Dünya Down Sendromu Günü sebebiyle vereceği konferansta Dr. Salehi, Down sendromlu kişilerde bilişsel kapasite artışının desteklenebileceği konusunda gelişme kaydeden son çalışmasını Türk meslektaşları, aileler ve uzmanlar ile paylaşacak.
21 Mart 2013 Perşembe günü Çırağan Palace Kempinski Mabeyn Salonu'nda saat 17.30'da yapılacak ücretsiz konferans, önceden kayıt yapılması koşuluyla tüm doktorlara, uzman ve ailelere açık olacak. Dr. Salehi, Down sendromlu ve Alzeheimer'lı fareler üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları hakkında bilgi verecek.

Konferansa katılım "ÜCRETSİZ"dir.

Salon kapasitesi sınırlı olduğu için ds@downturkiye.com adresinden veya derneğin 0532.161 72 56 nolu telefonundan kayıt yaptırılması gereklidir.

Down Sendromu Derneği Down Sendromu konusunda sık sorulan soruları cevaplamış:

DOWN SENDROMU TEDAVİ EDİLİR Mİ?
Down sendromu bir hastalık değildir. Genetik bir farklılıktır.
Down sendromunu iyileştirecek veya yok edecek bir tıbbi tedavi yoktur. Tek yol eğitimdir.

ÇOCUĞUM İLERDE NELER YAPABİLİR?
"Çocuğun genleri öğrenme yeteneğini etkileyebilir ancak öğrenme fırsatını yaratacak olan, ailenin ona sağlayacağı eğitim imkanlarıdır."20
Ailesi, ait olduğu çevre ve okul çocuğunuzun gelişiminde genleri kadar etkili olacaktır. DS'lu çocuğun ileride ulaşabileceği düzeyi bebeklikte tahmin etmek imkansızdır. Ancak biliyoruz ki; DS'lu insanların çok büyük çoğunluğu okuma yazma öğrenir, ilköğretimi tamamlar. Hatta lise veya 2 yıllık üniversite okuyan, ikinci dil öğrenenler vardır. Çalışma hayatına katılıp, yarı bağımsız hayatlar sürebilmektedirler. Ancak bu durum, doğumdan itibaren başlayan, düzenli ve disiplinli bir çalışmanın sonucudur. Çocuğu doğru değerlendirerek ayakları yere basan, gerçekçi gelecek planları yapılmalıdır. DS'lu bireylerin gelişimleri geriden gelmektedir. Bu gerilik yaş büyüdükçe daha belirgin olarak gözükmekte, ama uygun eğitim programları ile onlar da pek çok başarıya imza atmakta ve toplum hayatı içinde anlamlı hayatlar kurabilmektedirler. Burada erken ve sürekli eğitim ve bol tekrar en önemli faktördür.

EĞİTİM NE ZAMAN BAŞLAMALI?
Hemen ! Erken ve Sürekli eğitim....
Eğer çok ciddi bir sağlık sorunu yoksa 0-2 ay içerisinde erken müdahale ve fizyoterapi başlamalı.
Tüm çocuklar için eğitim doğduğunda başlar. DS'lu bebekler diğer bebeklerden daha fazla desteğe ihtiyaç duyarlar. Ama diğer bebekler gibi onlar da ailenin kabullenmesine, sevgisine, iletişimine ihtiyaç duyarlar. Aileler bebeklik döneminde çocuğun gelişimde kilit rol oynamaktadırlar. Bebekle oynamak, konuşmak, şarkılar söylemek, yeterli uyaran almasını, sosyal ortamlara sokarak farklı çevreleri tanımasını sağlamak önemlidir. Ama bütün bunların yanısıra doğumdan itibaren fizyoterapist ve özel eğitim uzmanı desteği almak da gerekmektedir.
Down sendromlu bebeklerin gelişim geriliği yaşadığı bilinen bir gerçektir. Bu sebeple çocuğun geri kalmasını bekleyip bir yaşından sonra müdahaleye başlamak doğru değildir. Hedef gecikme başlamadan desteğe başlayarak zaman içinde yaşıtları ile arasında açılacak makasın mümkün olduğunca dar tutulması olmalıdır.

BEBEK DÖNEMİNDE ERKEN MÜDAHALE NELERİ KAPSAMAKTADIR?
Fizyoterapi ve özel erken eğitim programlarından bahsedilmektedir. 0 ay itibari ile eğitime başlamak çok önemlidir.
Bu desteklere ücretsiz olarak ulaşmak mümkündür.
Bunun için bebeğin tanı sonucu ile birlikte Sağlık Bakanlığı'nın duyurduğu hastanelerden birine giderek bebeğin engel derecesini ve durumunu belirten bir kurul raporu almak ve bu raporla birlikte ikamet edilen bölgedeki rehberlik araştırma merkezine (RAM) giderek rapor çıkartmak gerekmektedir.

Bu rapor ile aileler MEB'na bağlı özel rehabilitasyon merkezlerinden ücretsiz eğitim alabilmektedirler.

YAŞAM SÜRESİ NEDİR?
DS'lu insanların yaşam süresi eskiden tıbbi müdahale imkanlarının kısıtlı olması nedeni ile daha kısaydı, o nedenle bazen bu yönde algılar olduğunu görebiliyoruz.
Günümüzde DS'lu bireylerin yaşam beklentileri ortalama 50-55 yıldır.9
Ama bazı rahatsızlıklara daha yatkın olabilmektedirler. Bu yüzden sağlık kontrollerinin aksatılmadan ve zamanında yapılması, doğru sağlık danışmanlığının alınması hayati önem taşımaktadır. Sağlık kontrol listesi ihmal edilmemelidir.

AİLEMİZ NASIL ETKİLENİR?
DS'lu bir çocuk sahibi olmanın aile yapısını veya diğer kardeşleri olumsuz etkileyip etkilemediği araştırılmış ve bu konudaki önyargıların doğru olmadığı anlaşılmıştır.
Yapılan araştırmalarda6 boşanma oranının diğer popülasyona göre daha düşük olduğu gözlemlenmiştir.
Kardeşlerde, DS'lu bir kardeşle yaşamın hem zorlayıcı hem de güçlendirici etkilerine maruz kaldıkları için hoşgörü, yardımseverlik gibi değerlerinin daha güçlü geliştiği belirtilmektedir.7

ZİHİN GERİLİĞİNİN DERECELERİ VAR MIDIR?
Her çocuk gibi DS'lu çocuklar da farklı zeka seviyesine, yetenek ve kişiliğe sahiptirler. Burada kilit nokta çocuğunuzun kapasitesini maksimum düzeyde kullanabilmesi için zamanında ve doğru desteği alabilmesidir. Erken eğitim programları, fizyoterapi, dil terapisi, alternatif terapiler, oyun grupları gibi seçenekler aileler tarafından iyice değerlendirilmeli ve doğru kaynaklara ulaşılarak karar verilmelidir.

Yürüyecek mi? ………………………………evet
Dişleri çıkacak mı? …………………………evet
Konuşacak mı?.............................................. evet
Tuvaletini söyleyecek mi?.............................evet
Özbakım becerisi kazanacak mı?................evet

HER ZAMAN MUTLU OLDUKLARI DOĞRU MU?
Zihinsel engelli olmak duygusal engelli olmak demek değildir. DS'lu bebekler her bebek gibi her şeyden önce beslenme, temizlenme, sevilme ihtiyacı duyan, acıkınca, sıkılınca ağlayan, kızan, küsen, gülen, geceleri sizi uyutmayan bebeklerdir. Ds'lu gençler de cinsel kimlikleri bulunan, ergenlik bunalımı yaşayan, aşık olan, kalbi kırılan, kardeşi ile kavga eden, kapıları vurup bangır bangır müzik dinleyen, gülen, dans eden gençlerdir. Bizler gibi onlar da tüm duyguları yaşarlar.
Bu bilgileri Down Sendromu Derneğinin sitesinden aldım gerçekten harika bir site ve daha birçok sorunun cevabı sitede mevcut. lütfen sitelerini ziyaret edin ve bilgi alın, gönüllü olun, bağışçı olun.
http://www.downturkiye.com/index.html






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Süper Salata


Süper Salata: Marul, organik domates, minik salatalık, kırmızı biber, yer elması, mor havuç (normal havuç da olur), dereotu, maydanoz, sızma zeytinyağı, nar ekşisi (nar ekşili sos değil),
Bugün yaptım çocuklar ve eşim bayıldılar.





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Atın evinizdeki sağlığa zararlı plastik süzgeçleri, çocuklarınıza plastik yedirmeyin! Çelik süzgeç kullanın!

Lütfen artık plastik süzgeç kullanmayın, özellikle de sıcak gıdalarla. Sıcak sıcak makarnayı döküp süzdüğünüzde o makarnaya plastiğin karışma ihtimali var ve bu alınabilecek bir risk değil. Gayet uygun fiyata paslanmaz çelik süzgeçler artık her yerde satılıyor. Ama siz elinizde olan plastik süzgeçleri atmadığınız zaman mutlaka ihtiyaç olup kullanırsınız. En iyisi evinizdeki plastik süzgeçleri atıp hemen çelik süzgeç almanız.






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

19 Mart 2013 Salı

www.handykids.com.tr den hediye oyuncak kazanan Hassas Anneler!!!

www.handykids.com.tr oyuncak firmasından bilezik yapma seti veya ahşap tren yapma seti oyuncaklarından seçecekleri birini hediye olarak
KAZANAN Hassas Anneler:
Meral Yüce
Emin Akdağ
Suzan Doğan
Fidan Demir
Yüksel Blazer
Tipi Özdemir
Aslı Üstün
Seda Beril
Esen Çevre
Arzu Ünlü Ersu

YEDEK LİSTE:
Zuhal Kaşıkçı Kantar
Gülşah Civelek Gürbüz
Pınar Karadeniz
Sebla Cem Gürvardar
Demet Uzunkaya

Kampanyamıza katılan tüm Hassas Annelere teşekkürler. Kazanan Hassas Annelerimiz lütfen hassasanne@yahoo.com adresine İsimlerini, posta adreslerini ve cep telefonu numaralarını (kargo şirketine vermek için) göndersinler. Sevgiler





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

18 Mart 2013 Pazartesi

Seramik bıçaklarla meyve ve sebzeleri kesmemiz çocuklarımız ve bizim için daha sağlıklı



Bugün seramik bıçak takımı aldım. Sebzeleri ve meyveleri metal bıçakla kesince oksidasyon nedeniyle besin değerleri daha çabuk azaliyor. Seramik bıçaklar bunu geciktiriyormuş. AVMlerdeki züccaciyecilerde var genellikle. Ben de en uygununu aldim. Gerçi en uygunu bile 50 TL ama başka yerlerde aynı seti 80 TL'ye bile gördüm. Neyse uzun yıllar kullanırım, sebzelerin meyvelerin besin değeri hemencecik gitmez deyip avutuyorum kendimi. İnsan çocukları olunca böyle şeyleri bile düşünmek zorunda hissediyor kendini.
Bakalım deneyeceğim.





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

17 Mart 2013 Pazar

Doğan büyüyor gerçekten :)


Minicik bebeklerimizin büyüyüp birer çocuk olduklarını görmek beni çok mutlu ediyor ve gururlandırıyor. Onların küçücük sepetlerinde yanlarına bile dönemeden yattıkları halleri gözümün önünden gitmiyor.








Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Çocuklarınıza şekilleri öğretmek için güzel bir yöntem, tabii bu sebzeleri yedirmek için de!

                            
Çocuklarınıza şekilleri öğretmek için güzel bir yöntem, tabii bu sebzeleri yedirmek için de!
Bu siteden aldım. Başka örnekler de var burada. Resmin yanındaki oklara basıp hepsini görebilirsiniz.
http://www.baby.co.uk/life_and_home/201302195-fun-ways-to-learn-about-shapes/






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

16 Mart 2013 Cumartesi

Bebeğinizi anne sütünden ne zaman kestiniz? Bu sürecin kolay atlatılması için tavsiyeleriniz var mı?

Hassas Anneler biliyorsunuz anne sütü bir bebek için en önemli besin ve inanılmaz faydaları var. İlk 6 ay sadece anne sütü ile beslenen ve ondan sonra da bol bol anne sütü alan bebekler hayata bir adım önde başlıyorlar. Lütfen bebeğinizi ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslemek ve ondan sonra da bol bol anne sütü vermek için elinizden gelen herşeyi yapın. Anne sütünü arttırma yazımı mutlaka okuyun (sayesinde ikizlerimi bile aylarca sadece anne sütüyle besledim, bir ara günde 2 kilo süt sağdım):
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/01/anne-sutunu-nasl-arttrabilirsiniz.html

Ama tabii ki her güzel şeyin bir sonu vardır ve bir gün gelir sizin de artık bebeğinizi anne sütünden kesmeniz gerekir. Bu bir anne için çok zor bir karardır ve onu psikolojik olarak çok zorlar. Ben hüngür hüngür ağladığımı bilirim. Tıbbi bir zorunluluktan 1 yaşına girdiği gün son kez emzirmiştim oğlumu. Alper'i son kez emzirdiğim zamanı hiç unutamam. Her saniyesini ezberledim ve anılarımın arasında en güzel yere koydum. Gözyaşlarım yüzüne damlarken, onun yüzündeki huzuru seyrettim ve onun bunu bir daha yaşayamayacağını düşündüm.

2 yaşına yaklaşan çocuğunuzu memeden kesmeye karar verdiğinizde bunu nasıl yapacaksınız?

2 yaşına yaklaşmış bir çocuğu bence artık karşınıza oturtup konuşabilirsiniz. Çocuklarınıza güvenin. bence öyle ilaçlara, salçalara ve acı bitki sularına gerek yok. Ona güzel güzel suluklar alın üstünde sevdiği karakterin resmi olan. Normal inek sütünü onlara koyun ve artık çok büyüdüğünü ve memeden değil bu harika suluktan içeceğini söyleyin. Biraz da dikkatini başka yöne çekmek için gezdirin, beraber aktiviteler yapın ve ona biraz fazla ilgi gösterin. Tek yapmamanız gereken o ağlayınca veya gece uyumayınca dayanamayıp tekrar memeyi vermek olacaktır. Bu onun kafasını karıştırır ve yeniden başa dönersiniz. üstelik artık işiniz daha da zorlaşmıştır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da tutarlı ve kararlı olmalısınız.





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Çocuklarınıza ayırdığınız zaman, onların geleceğine en büyük yatırımınızdır







Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

15 Mart 2013 Cuma

1,5 yaşındaki oğlum bana çok düşkün, bağımsız bir çocuk olabilecek mi?

Hassas Annemiz Sibel:
"Ece Hn.iyi akşamlar sizden bir konuda yardım rica edeceğim. 1,5 yaşında bir oğlum var, doğduğunda işi bıraktım ben bakıyorum oğluma. Hala emziriyorum ve hedefim 2 yaşına kadar emzirmek inşallah. Bizim sorunumuz oğlumun bana aşırı düşkün olması. 1 saatliğine bile anneanneye ya da babaya bırakamıyorum. Ben lavaboya girdiğimde bile kapıda ağlıyor maalesef. Emzirme döneminden sonra bu düşkünlük azalır mı bilginiz var mı ? İlerleyen yaşlarda, okul döneminde annesinin eteğinden ayrılmayan bir çocuk olmasını istemiyorum açıkçası. Bu konuda şimdiden yapabileceğim şeyler, alabileceğim önlemler var mıdır? Bilgi ve tecrübelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Sevgilerimle

Cevabım:
"Bu oğlanlar çok anasının kuzusu oluyor benimki de dakikada bir öper hala. Yerim ben onları. Şu yazılarımı bir oku okumadıysan canım yararlı bilgiler var
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/02/cocuklarn-dil-gelisimi-icin-ne.html
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/02/iki-yas-sendromu-nedir.html
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/02/ilkokula-ve-krese-sorunsuz-baslamann.html
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/01/sevdiginizi-gosterin.html
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/01/bebeginizin-gelisimi-icin-bugun-neler.html
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/01/tutarl-rol-model-olmak-cok-onemli.html

çok okunacak şey oldu ama zamanın oldukça okursun. Özellikle sevdiğinizi gösterin yazısını mutlaka uygula. İyi davrandığı zaman ona çok sevgini göster. Hırçın ve kötü davranırsa üstüne düşme.

Sibel'ciğim soruyu sorduğuna pişman oldun mu? :)





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

Bebeklerde Demir ve D Vitamini Damlası Kullanımı

Hassas Anneler bazı şeylere açıklık getirmek gerekiyor bu konuda Türkiyenin en iyi hastanelerinde çalışan 3 farklı çocuk doktoruyla konuştum bana söylediklerini iletiyorum. İlk 1 yıl mutlaka doktorunuzun dediği kadar D vitamini damlası kullanmak gerekiyormuş. İsterseniz güneşe çıkın. Doktorunuz gerek yoksa onu da söyler zaten bazen yazın kullanma diyebiliyorlar. Doktorunuzu dinlersiniz. Bu verilen doz idame ettirme dozu denilen minimum bir doz yani çok az sadece D vitamini eksikliğinden çocukların hasta olmasını engelliyor yani bu dozla KESİNLİKLE FAZLA D VİTAMİNİ ALMANIZA YANİ D VİTAMİNİ AŞIRI YÜKLEMESİ OLMASINA İMKAN YOKMUŞ. D vitamininde öyle bir iki dakikada depoların dolup aylarca gitmesi gibi bir durum yok. Güneş ışınlarının dik gelmediği saatlerde kol, bacak ve yüzün günde yaklaşık 15 dakika güneşlendirilmesi günlük D vitaminini sağlamaktadır. Ancak camın UV ışınlarını geçirmediği unutulmamalıdır.Mutlaka dışarda olmanız lazım yani kışın cam kapalıyken size vuran güneş size D vitamini sağlamaz. Kışın da günde 15 dakika 1 yaşından küçük bebeğinizin kollarını bacaklarını yüzü açık 15 dakika güneş gördüremeyeceğiniz açıktır.

Çocuğunuzun D vitaminini yeterli almadığı durumlarda raşitizm denilen D vitamini eksikliği bulguları ortaya çıkar. Raşitizm büyüyen kemiğin yetersiz mineralizasyonu nedeniyle gelişen kemik hastalığıdır. Kemik büyümesinin tamamlanmasından sonra gelişen mineralizasyon kusuruna ise “osteomalazi” denilir. Bu alınmaması gereken bir risktir. Diğer tarafta doktorunuzun verdiği azıcık damladan da aşırı D vitamini yüklemesi gibi bir sorun olması imkansızdır. Aynı şey demir için de geçerli. Mesela verilen demir damlası idame ettirici bir dozdur yani çok azdır, demir fazlalığına yol açamaz. Eğer doktor demir eksikliğinden şüphelenip test yapıp demir eksikliği bulursa o dozun tam 5 KATINI veriyor. Düşünün yani o herkese verilen ilk doz ne kadar minimum. Tabii ki bazen doktorlar bebeği her ay görüyorsa ve çok iyi kontrol altındaysa annenin ve bebeğin çok iyi beslendiğinden bebeğin gelişiminden eminse vermeyebiliyor demiri ama bu hastaya 5 dakika ayrılan ve bırakın anneye bebeği nasıl beslemesi gerektiğini anlatmak, doktorun bebeğin kim olduğundan bile haberi olmadığı hastanelere gitmek zorunda kalan annelerin bebeklerinin demir eksikliği gözden kaçabilir ve bebekte demir eksikliği nedeniyle zeka geriliği gibi birçok problem gelişebilir ve bunların geri dönüşü yoktur. Benim edindiğim bilgiler böyle. Ben doktorlarla konuştum ama doktor değilim siz herkesi özellikle de doktorunuzu dinleyin ve kararınızı verin. Benim tavsiyelerim doktorunuzun tavsiyelerinin yerini tutmaz. Sevgiler

 D vitamini ile ilgili bilgileri buradan buldum
http://www.kadikoysifa.com/sifali-bilgiler/583/bebeklerde-d-vitamini-eksikligi-rasitizme-yol-aciyor.aspx





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

14 Mart 2013 Perşembe

Ek gıdalara geçerken aceleci davranmayın ve üç gün kuralını unutmayın!

                                

Ek gıdaya geçmekte bazen çok hevesli oluyorsunuz biliyorum. Unutmayın ilk 6 ay sadece anne sütü almak bebeğiniz için çok önemli. Öncelikle bebeğinizi tanıyan doktorunuza danışın ve onu dinleyin ama eğer çoğunlukla anne sütüyle besleniyorsa bebeğinizi 6 aylıktan önce ek gıdaya geçirmemeniz onun için daha iyi. Bazen bebeklerin sindirim sistemleri ek gıdayı kaldıramıyor ve çok zorlanıyor. İshal, gaz veya kabızlık gibi sorunla ek gıdaya 6 aydan önce geçen bebeklerde daha çok görülüyormuş. Ayrıca bazı bebekler ek gıdaya geçtikten sonra anne sütünü daha az istemeye başlıyorlar. Lütfen ek gıdaya geçmekte acele etmeyin. Zaten hayatı boyunca yiyecek o gıdaları ama anne sütünü bir daha alamayacak.
Ek gıdaya geçerken doktorunuzun verdiği listeyi uygulayın ve acele etmeyin. 1 yaşına kadar bebeğinizin ana beslenmesi hala anne sütü veya mama olacaktır. Ek gıdaları bir öğünde 3-4 kaşık yese onun minik midesine fazla bile. Ek gıdaları özellikle başlarda az az verin ve 3 GÜN KURALInı kesinlikle unutmayın. Bebeğinize yeni bir gıda verdiğinizde çok az verin ve 3 gün boyunca başka bir yeni gıda vermeyin. Böylece verdiğiniz yeni gıdanın onda alerji yapıp yapmadığını anlayabilirsiniz. Üç gün sonra başka bir yeni gıda verirsiniz. Mesela pazartesi günü ilk defa biraz kabak verdiyseniz, çarşamba gününden önce yeni bir gıda olan kerevizi vermeyin gibi.







Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün