31 Temmuz 2013 Çarşamba

Çocuğum çok hırçın, ona nasıl davranmalıyız?

Özellikle 2 yaş civarı çocuğu olan anneler bu soruyu neredeyse her gün bana soruyorlar. Hırçın davranışlar genellikle 2 yaş civarı başlıyor ve özellikle aile doğru tepkileri vermezse sorunlar ve hırçınlık kalıcı oluyor.

Çocuklar 1,5 -2 yaş civarında büyük bir ihtimalle henüz kendini konuşarak ifade edemedikleri için hırçın davranıyorlar. Bu kendini ifade edememe kızgınlık ve hüsrana yol açıyor. Bunun üstesinden gelmek için yapabileceğiniz en önemli şey onun dil gelişimini desteklemek. Kendini ne kadar çabuk ifade etmeye başlarsa o kadar çabuk bu dönemi atlatırsınız. Ona karşı her zaman sakin, kararlı ve tutarlı olun. Yemek ve uyku saatlerini düzenleyin hep aynı saatlerde uyusunlar ve yemek yesinler. Çocuklar düzen ve rutin ile huzur bulurlar ve kendilerini güvende hissederler. Şu yazılarımı bir okuyun okumadıysanız yararlı bilgiler var.

http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/02/cocuklarn-dil-gelisimi-icin-ne.html
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/02/iki-yas-sendromu-nedir.html
http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/02/ilkokula-ve-krese-sorunsuz-baslamann.html

http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/01/sevdiginizi-gosterin.html

http://www.hassasanne.blogspot.com/2013/01/tutarl-rol-model-olmak-cok-onemli.html

Özellikle sevdiğinizi gösterin yazısını mutlaka uygulayın. İyi davrandığı zaman ona çok sevginizi gösterin. Hırçın ve kötü davranırsa üstüne düşmeyin. Üzülmeyin arada sırada öyle anne çocuk arasında zor zamanlar olabilir. Biraz beraber aktivite yapma, güzel kaliteli zaman geçirme ve sevgiyi yoğun gösterme ile çözülemeyecek hiçbir şey yoktur.







Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Konuk yazarım Gezgin Anne: Küçük çocuklarla başarılı bir yolculuk ve tatil geçirmek için neler yapmalı?

Bebekle rahat, güvenli, sakin; ama yine de ailecek eğleneceğimiz bir tatil için ne yapmalı diye çok okudum araştırdım ilk yolculuğumuz öncesinde. Faydasını da gördüm uygulayınca. Fakat en çok işime yarayan yaşadığım tecrübelerim oldu ve hala olmakta. Okuduklarımı, öğrendiklerimi ve yaşadıklarımı paylaşarak diğer ailelere cesaret vermeye çalışıyorum bloğumda. İşte onlardan biri daha;


 Küçük çocuklarla başarılı bir yolculuk ve tatil geçirmek için neler yapmalı?

Yolculuk ve yol öncesinde
● Anlatın

Yolculuğu birlikte planlayın. Nereye, nasıl ne zaman gideceğinizi, orada neler yapacağınızı anlatın, konuşamasalar da çok iyi dinleyicidir çocuklar. Geziyi heyecanla bekleyeceklerdir. Bavulları hazırlarken yardım isteyin, biraz dağıtsalar da bir işe yaradıklarını hissedip mutlu olurlar. Sadece yolculuk öncesi değil yolculuk sırasında da konuşmak, neler olacağını anlatmak sizi anlamayacak yaşta olsa bile, önemli.


                                   

● Yeter demeyin içecek ve yiyeceği ihmal etmeyin

Yolculuklarda mutlaka su ve sağlıklı atıştırmalıklar, dezenfektan ve de ıslak mendil bulunsun el çantasında. Uçak yemeklerini beğenmeyebilirler, heyecandan yemek zamanını es geçebilirler. Ya da rötar gibi beklenmedik durumlarda, bebekler yemek servisini bekleyecek sabra sahip değildir. Sık sık içecek teklif etmek, özellikle de su, dehidrasyona maruz kalmalarını engeller. Araba, tren veya otobüste yolda duracak iyi bir mekan ya da yiyecek yer bulunmayabilir. Önceden önleminizi alın. Emziriyorsanız kendinizi de düşünün, özellikle yanınızda su bulundurun.

● Mola verin

Araba ile yolculukta her iki saatte bir verilen mola hem sürücüye hem de çocuk yolculara gerekli. Hatta bagajda bir top bulunsun. Mola yerleriniz de piknik yeri veya park olsun mümkünse. Havaalanlarında çocukların yürümesine, bebeklerin emeklemesine fırsat verin. Uçak yolculuklarında sık sık ayağa kalkıp uçağı turlayın. Tren ve gemi yolculukları zaten çocukların favorisi hareket özgürlüğü açısından. Otobüslerde ise gece yolculuğunu seçin mümkünse.

                                             

● Oyuncak çantası olsun hatta kendisi hazırlasın

İçinde kitapları, favori oyuncakları, aktivite kitapları, yap-boz, resim yapmak için kağıt ve boya, varsa sarılıp uyuduğu oyuncağı olabilir. Yaşına uygun birkaç sevdiği oyuncağı, bir de görmediği yeni oyuncak olsun mutlaka. Bebekler için parlak hediye paket kağıtları, çocuklara da yeni bir kitap yolculuğu kurtarır. Uzun yolculuklarda çizgi filmler ve oyunlar büyük çocuklar için ideal.

● Güvenlik ve sağlığı ihmal etmeyin

Kaybolma ihtimalini düşünerek çocukların ceplerine adres ve telefonunuzu bildiren notlar yerleştirin. Her ihtimale karşı termometre, ateş düşürücü, burun açıcı solüsyon, diş jeli, yara bandı gibi gerekli ilaçlar da çantanızda bulunsun.

● Gerekli eşyaları unutmayın

Hafif, katlanabilir bir bebek arabası uçak kapısına dek yükünüzü azaltır. Kalacağınız yerde mama sandalyesi, bebek yatağı var mı yok mu öğrenip ona göre bagajınızı ayarlayın.

Tatil yeri seçerken

● Aile dostu, çocuklara kucak açan bir kalacak yer ve tatil türü seçin

Romantik ve sessiz balayı otellerinden uzak durun. Deniz kenarında bir otel, doğada bir kamp, aile işletmesi pansiyonlar tam biz çocuklular için. Şehir merkezindeki küçük ve kalabalık oteller başınızı ağrıtmasın, bağıran, koşuşan çocuklara ‘şişşt, yapma!, koşma!,sus!’ demek zorunda kalmayın ya da az kalın. Hem aile otelleri genelde belli yaş altındaki çocuklara ücretsiz, bazı yaş grubuna da indirimli yatak sağlar.
                         

● Oda genişliği ailenize uygun olsun

Emeklesin diye, bebek yatağı veya ekstra yatak konulabilsin diye, valizler sığsın diye, bebek arabası dışarda kalmasın diye oda biraz geniş olsun.

                          

● Oda özellikleri gözönünde bulunsun

Kliması var mı? Bebek mamaları için buzdolabı var mı? Su ısıtıcısı bulunuyor mu? Tuvalet ve banyo odanın içinde mi, ortak kullanım mı? 7/24 sıcak suyu var mı? Kahvaltı dahil mi? Gibi...


● Odanın konumu uygun mu?

Bebek arabası için asansör gerekir. Diskonun yakınlarında olmasa iyi olur. Bebek gecenin ortasında ağlarsa kaç oda rahatsız olur? Yandaki odalarda kimler var diye sorup ailelerin olduğu bölümleri tercih edebilirsiniz.


● Kalacak yerde çocuklara ne gibi imkanlar sunulduğunu öğrenin

Bahçesi ve/veya sahili var mı? Çocuk klübü bulunuyor mu? Oyun parkı var mı? Kötü hava şartlarında çocuklara uygun kapalı alanlar bulunuyor mu? Mama sandalyesi var mı? Çocuk menüsü var mı? Sabah erken kahvaltı etme imkanı var mı? Gün boyunca yiyecek ve içecek bulabilir miyiz? Bebek bakıcı servisi var mı? Çocuklar için açık/kapalı yüzme havuzu var mı? Bebek yatağı sağlanıyor mu? Restorana bebek/çocuk alınıyor mu?

Deniz Sütlü Özgül
Gezgin Anne





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

30 Temmuz 2013 Salı

Tam buğday unundan erişte



1 adet köy yumurtası

Yarım çay bardağı su

1 bardak tam buğday unu


Resimdeki gibi hamuru yapın, açın, kesin, kurutun ve çocuklarınızın, bebeklerinizin çorbalarına birer tutam atın. Bu beyaz undan yapılmış erişteye ve çorbalara beyaz un katmaya göre daha sağlıklıdır.

Tarif ve resimler için Hassas Annemiz Sümeyye Özel Görücü'ye çok teşekkürler. Bu tarifi çoğunuz biliyorsunuzdur ama bilmeyenler olabilir.
Lütfen paylaşalım Hassas Anneler





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Nasıl kıydın Anniş?







Esin kızımın saçları beline kadardı muhteşemdi ama hem sıcakta terliyordu, hem kurutması tam 30 dk sürüyordu hem de tuvalete gittiğinde poposunu geçtiği için hijyenik olmuyordu, her seferinde toplamak gerekiyordu. Kendi gittiği için tuvalete her seferinde topladığından emin olmam çok zor. Böylece bugün aldım makası elime, Esin'in de istemesiyle biraz kuaförlük yaptım


Nasıl olmuş?

Sevinç istemedi zaten onunkiler kıvırcık olduğu için böyle uzun değil. Saçları da güzelce sakladım. 4,5 yılda 3 kere kesildi saçları. Hepsini sakladım. Yıllar içinde saçlardaki renk değişimini izlemek çok güzel. Herkesin aksine benim kızların saçları gittikçe daha sarı oldu. İlerde tabii koyulaşabilir benim öyle olmuş.

Siz de böyle içiniz yanarak kestiniz mi prenseslerin veya prenslerin saçlarını? Saklıyor musunuz?





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Çocuklara cips diye meyve yedirecekler, bunlar faydalı abur-cubur

İşte biz Hassas Annelere güzel bir haber. Katkı maddesiz kurutulmuş çeşit çeşit meyveler harika bir abur-cubur alternatifi olarak raflarda yerini alacak. Çocuğunu zararlı cipslerden uzak tutamayanlar için de faydalı bir ürün. Zaten ben kuru meyveleri çok faydalı buluyorum. 
                    Çocuklara cips diye meyve yedirecekler

Türkiye'de ilk defa Samsun'da bir firma tarafından meyveler kurutularak cips haline getiriliyor.

Yaklaşık 1 yıl önce Samsun Kavak Organize Sanayi Bölgesi'nde fabrika kuran Eyüp ve Nevcihan Durukan çifti, elektrik enerjisi ile mevsiminde fırına atarak kuruttuğu en az 100 çeşit meyve ve sebzeyi cips olarak iç pazarın yanında ABD ile Avrupa pazarına ihraç etmeye başladı.


İnsanların yeme kültürünü değiştirmek istediklerini belirten Eyüp Durukan, "Bu iş için 4 yıl gibi uzun bir süre araştırma ve Ar-Ge çalışması yürüttük. Çıkış noktamız ise defneyaprağı idi. Daha sonra biberi denedik. Deneme aşamalarında doğru bir Ar-Ge çalışması ile bütün meyve ve sebzeleri kurutabileceğimizi anladık. Tonlarca ürün denedik. Örneğin, biberin uygun kurutma tekniğini bulabilmek için 10 ton biber harcadık. Böylelikle her ürünün kendi kurutma tekniğini keşfettik. Kuruttuğumuz ürünlerde yüzde 95'e kadar besin değeri, yüzde 50'ye kadar ise vitamin değerleri korunuyor. Türkiye'nin dört bir yanında iyi tarım uygulamalarıyla yetiştirilen meyve ve sebzeleri alarak Samsun'da kuruttuğumuz bir tesis oluşturduk. Bu konsepte Türkiye'de tekiz. Kurutulmuş gıdayı direkt kullanıma sunan başka bir firma yok" dedi.

                "ÇOCUKLARA MEYVEYİ CİPS OLARAK YEDİRECEĞİZ"

Çocuklara meyve yedirmenin çok zor olduğunu belirten Durukan, "Çocuklara cips adı altında meyve yedireceğiz. Çocuklarımızın da yeme alışkanlıklarını değiştireceğiz. Bir anne için çocuğa meyve yedirmek çok zordur. Ama bizim bu ürünlerimizle çocuklar sağlıklı beslenecek. Çocuklara kurutulmuş meyveleri cips şeklinde verdiklerimizde yiyorlar ve besleyici değeri üzerinde kalıyor. Meyve cipslerini piyasaya sürmeye başladık. Bu ürünlerimiz cipslerden şu anda çok daha iyi çünkü yüzde 100 meyvedir ve içersinde hiçbir katkı yoktur" diye konuştu.

Hayallerinin kaliteli, lezzetli ve güvenilir gıda denince Türkiye'de ve dünyada akla gelen ilk isim olmak olduğunu ifade eden Durukan, "Geçtiğimiz haftalarla ilk ihracatımız gerçekleşti. Birkaç hafta öncede İngiltere'ye küçük miktar kurutulmuş Menemen malzemesi gönderdik. Şu anda yaklaşık olarak 38 personelimiz çalışmakta. Aklınıza gelebilecek her ürünün suyunu alıp birim ağırlıktaki besin değerleri yoğunlaşmış olarak vitamin, mineral değerlerini koruyarak uzun saklama ömrü ile kullanıma sunuyoruz. 'Yok artık' dedirttiğimiz ürünlerimiz var. Mesela meyvelerden karpuz, çilek, portakal, kavun, limon, hünnap, kiraz, kivi, cennet elması, armut, deveci armudu, şeftali, aklınıza ne gelirse. Bazıları var ki ekonomik olmadığı için seri üretimini yapmadık. Bunlar altın çilek, blue berry, Taflan (karayemiş), kokulu Karadeniz üzümü, Karadeniz inciri gibi. Sebzelerden, brokoli, enginar, kelem beyaz, kara kelem, havuç, kök kereviz, yaprak kereviz, ıspanak, maydanoz, soğan, sarımsakları da kurutuyoruz. Ağaç dışı orman ürünlerinde ise başlıca defneyaprağı, bir de zeytin var" şeklinde konuştu.

kaynak: http://gidavitrini.com.tr/haber/cocuklara-cips-diye-meyve-yedirecekler-7893.html


Haberi gönderdiği için gıda mühendisi Hassas Annemiz Gülsel Şen Bekçi'ye teşekkür ederim. 





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Doğum Hikayeleri: Hassas Annemiz Pınar yeni doğan bakım ünitesinin öneminden bahsediyor

Ben de size doğum hikayemi anlatmak istedim. Bütün anne adaylarını doğumu yenidoğan yoğun bakım ünitesi olan bir hastanede gerçekleştirmeleri konusunda uyarmak istiyorum..8 Nisan 2013'te acemi bir doktor elinde zor da olsa kızım dünyaya geldi... Sezaryenle 37.haftada doğuma alındım operasyon sırasında bebeğimi karnımın içinde bulamadı doktor ve 15 dakika kızım karnımda havasız kaldı. İçimden çıktıktan sonra ne bir ses vardı ne de seda doktorların yüzünde telaş tedirginlik vardı... Ses bekledim ağlasın diye yalvardım Allah'a dua etmeye başladım birşey olmasın diye. Bir anne için sorulması en zor olan şeyi sordum doktora, sessizce korkarak "Kızım yaşıyor mu?" dedim. Yaşıyordu ama zor nefes alıyordu. Daha onu koklamadan emziremeden alıp götürdüler benden. Doğum yaptığım hastanede yenidoğan yoğun bakım ünitesi olmadığı için başka bir hastanenin yoğun bakım ünitesine koydular. 15 gün göremedim kuzumu... Solunum yetersizliği çekiyordu. Aşılması zor günleri aştık eşimle ailemle. Şimdi 3 aylık oldu meleğim sağlığı iyi çok şükür. Doğum yapacak olan anne adaylarına söyleyebileceğim tek şey hem kendiniz için hem de bebeğinizin sağlığı için lütfen doğumunuzu yenidoğan yoğun bakım ünitesi olan hastanelerde gerçekleştirin...

Pınar




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

28 Temmuz 2013 Pazar

500 yıl önce İnkalılar tarafından dağın tepesinde ölüme terkedilerek tanrılara kurban edilmiş 15 yaşındaki kız 1999 yılında donmuş olarak bulunmuş




Bu 15 yaşındaki kız çocuğu 500 yıl önce İnkalılar tarafından tanrılara kurban edilmiş ve Llullaillaco dağının tepesinde 6739 metre yükseklikte ölüme terk edilmiş. Yanında da 6 ve 7 yaşında iki çocuk daha varmış.

Bilim adamları 1999 yılında bu donmuş mumyayı bulduklarında inanılmaz bir şekilde korunduğunu görmüşler. Hiçbir mumyalama işlemi yapılmamış ama soğuk ve kuru havada donduğu için iç organlar ve beden sanki yeni ölmüş gibiymiş. Hatta kalbinin içinde hala kan varmış. Bulanlar adını "Bakire" koymuşlar. Yapılan araştırmalara göre ölüme terkedilmeden önce onu bir süre protein ve yağla besleyip şişmanlatmışlar ve ilaç vermişler. Önemli olaylardan sonra İnkalar böyle çocukları tanrılara kurban ederlermiş ve buna capacocha denilirmiş. Çocukları süsler ve dağın tepesine götürüp ölmeleri için bırakırlarmış. 





                      


Bu kızcağız hala donmuş olarak muhafaza edilmektedir. Alttaki linke basarak daha fazla ve ayrıntılı resimler bulabilirsiniz. 
                                        
Ne kadar acı bir dram değil mi?

Bu çocukların da anneleri vardı ve çocukları ellerinden alındığında neler hissettiklerini düşünemiyorum!
kaynak: http://differentphotos4you.blogspot.ca/2013/07/incan-girl-who-had-been-frozen-for-500.html





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Kemik iliği bağışı hayat kurtarır, siz de bir can kurtarabilirsiniz


 www.ilikbankası.com adresinden bilgi alabilirsiniz






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Anne Hikayeleri: Hassas Annemiz İrem Griswold bir hayatı paylaşmanın inceliklerini anlatıyor

Ben 3 yaşında ve 5 aylık iki kız çocuğu annesiyim. Yaklaşık 16 sene Amerika'da yaşadıktan sonra eşim ve kızımla Turkiye'ye taşındık. Taşınır taşınmaz hamile kaldım ve ikinci kızımızı da burada doğurdum. Eşim Amerika'lı, Türkiye'ye taşınma fikri ilk ondan geldi. Özellikle ilk kızımız doğduktan sonra ailemin özlemine nasıl zor dayandığımı görünce bana böyle bir teklifle geldi, ben de kabul ettim. Bu konuda ona çok minnettarım ve kendisini çok takdir ediyorum.

Eşimin yabancı olduğu için bana en sık sorulan sorulardan biri çocuklarımızı yetiştirirken kültür farklılığının nasıl bir etken olduğu. Biz evliliğimizde farklı kültürlerden geliyor olmamızı olumsuz bir etken olarak görmüyoruz. Aksine bize göre bu farklılıklar, bu değişiklikler bizleri daha ilginç, daha renkli kılıyor. Dolayısıyla da çocuklarımızı yetiştirirken onları tek bir tarafın kültürüne ait yetiştirmiyoruz. Bizler için en önemli şey herkesi olduğu gibi kabul etmek ve çocuklarımıza da bunu oğretmek. Din, dil, ırk, cinsiyet gibi farklılıklar karar vermede 
insanın hayatında olumlu ya da olumsuz faktor olmamalı . İnsaniyete, dürüstlüğe, sevgiye, saygıya bakılmalı. İşte bunu çocuklarımıza aşılamak çok önemli bizler için. Herkesin hayatı kendine ait ve herkes kendinden sorumlu. Ben başkasının yaşam tarzına ve inançlarına müdahale etmeyeceğim/ edemeyeceğim gibi, başkasının da bu konuda bana ve aileme saygı göstermesini beklerim. Çocuklarımın bunu bilmesi çok önemli. Sonuçta biz çekirdek ailemizde çocuklarımızı sadece bir tarafın dinini, kültürünü seçmeye zorlamanın çocuklarımıza zarar vereceğine inanıyoruz. Onlar hem annesinin hem de babasının tarafından gelen kültürel mirası ögrenerek kendilerini bulacak ve kişilikleri oturacak. Dünyada kendi bildiklerinden baska inançlar ve yaşam tarzları da olduğunu anlayacak ve bu farklılıklara saygı gösterecekler bu sayede. Bu da tolerans, anlayış, affedicilik, kucak açma yolunda atılmış büyük bir adım bence. Dünyamızda buna çok ihtiyaç var. İnsanların birbirine kucak açmasına, herkesin birbirini OLDUĞU GİBİ kabullenmesine çok ihtiyaç var. 


Bizim ailemizde her iki tarafın da dini, milli ve geleneksel günleri kutlanır. Bizim bize verilen bu hayata ve yaşadığımız bu ortama saygı gösterip en iyi şekilde bakmamız, korumamız gerektiği üzerinde çok durduğumuz bazı noktalar. Hiç bir canlıya zarar vermeye hakkımızın olmadığını şimdiden aşılamaya çalışıyoruz. Eşim eve giren arı, sinek gibi şeyleri de yakalayıp kızımın gözü önünde dışarı salıverir. Kızımın meşhur parmak öpücükleri vardır mesela; bebekliğinden beri çiçeklere, bitkilere, hayvanlara parmak uçlarıyla hafifçe dokunarak onlara uzaktan öpücükler verir. Şimdiden içinde hayvanlara ve doğaya karşı o kadar büyük bir sevgi var ki, onunla gurur duyuyorum. İnşallah küçük kızımıza da aynı sevgiyi aşılayabiliriz. Yaşayan her canlının çok büyük kıymetinin olduğunu bilmeleri çok önemli. Bu ot da olsa, böcek de olsa böyle...

Eşimle her konuda aynı görüşte miyiz? Tabii ki hayır. Eğer bir şekilde görüş ayrılığı yaşıyorsak bu kesinlikle çocuklarımızın önünde tartışılmaz. Kendi aramızda konuşup tartışıyorken de kültürel olaylardan çıkan anlaşmazlıklara ikimiz de cok hassas yaklaşıyoruz. Bize saçma bile gelse bazı şeyleri tartışırken unutmamalıyız ki diğerimizin bildiği, gördüğü, alıştığı şeyler bizimkinden çok çok farklı olabilir. Bunlarla alay etmek, hakaret etmek, aşağılamak, önemsememek cok yıkıcı bir yaklaşım. Gene laf donup dolaşıp farklı kültürleri kabullenip saygı göstermeye geliyor. Bize çok uymayan ya da çok anlamlı gelmeyen şeyler olsa bile ortada bir yerde buluşup herkesin rahat etmesini sağlıyoruz. Bu bence aynı kültürden biriyle beraber olunsa da yapılması gereken bir şey. Bir hayatı paylaşmak ancak her iki taraf da üzerine düşen görevi yaparsa ve fedakarlıklarda bulunulursa anlamlı ve güzel oluyor. 

Hiçbirimizde doğduğumuzda ayrımcılık kavramı yoktu. Bizler ırkçılık, nefret, ayrımcılık, anlayışsızlık gibi şeyler kanımıza işlenmiş, beynimize kazınmış olarak doğmadık. Aksine şöyle bir bakarsanız çocukların nasıl da affedici, kin tutmayan, tertemiz ve saf varlıklar olduğunu görürsünüz. Biraz önce saydığım olumsuz duygular insanlara sonradan öğretiliyor maalesef. Ben ve eşim çocuklarımızı bu zehirli duygulardan uzak tutmaya çalışıyoruz. Hepimizin bu dünyaya ait olduğunu, nereden gelirsek gelelim, hangi dili konuşursak konuşalım, hangi dine inanırsak inanalım (ya da inanmayalım) ve cinsiyetimiz de ne olursa olsun hepimizin eşit olduğunu oğretmeye çalışıyoruz. Uzlaşma empatiyle mümkündür. Empatinin var olabilmesi için de herkesi olduğu gibi kabul edip değiştirmeye çalışmamak gerekir. Eğer hepimiz bunu bir şekilde az bile olsa uygulayabilsek eminim ki bu dünya çok daha huzurlu bir yer olur hepimiz için.

Sizi sevgiyle kucaklıyorum

Hoşçakalın
İrem Griswold





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

İşte size doğal bir sivrisinek kovucu!


Yaz aylarında başımız sivrisineklerle dertte!

2-3 yarım lim (misket limonu) veya limonun içine bir sürü karanfil saplayın ve sivrisinekleri kovmak istediğiniz yere koyun.




 kaynak: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=361085400669757&set=pb.228080417303590.-2207520000.1374966242.&type=3&theater






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

25 Temmuz 2013 Perşembe

3.KÖPRÜYE NEDEN KARŞIYIM? / #KöprüdegilTopluTasima

Ben bir anneyim. Anne olmak sadece doğurmak değildir. Anne olmak geleceği yetiştirmektir. Bir çocuk gelecek için yatırımdır. Çocuklarımızın sağlıklı olması en büyük servetimizdir. Bunun için de sağlıklı yiyecekler, kirlenmemiş, yok edilmemiş bir doğaya ve temiz suya ihtiyacımız var.

Ben İstanbul’da yaşayan bir anneyim. Kış geldiğinde şehrin üstüne inen kirli hava pusunun altında nefes almaya çalışıyoruz. Ben çocuğumun temiz havayı içine çekmesini, toprağın kokusunu duymasını istiyorum, çünkü bunu ona borçluyum. Kızılderililerinin dediğine inanıyorum, “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık”. Dünyayı daha iyi bir şekilde onlara geri vermeliyiz.
Yaşadığımız şehirde doğa rant hırsı ile uzun yıllardır fazlasıyla tahrip edildi. Şimdi bir de yıllardır konuşulan 3. Köprü’nün yapımına başlandı.


· Eğer 3. Köprü yapılırsa; trafik için çözüm olmayacak, ancak çevreyollarının kenarları yeni sitelerle doldurulacak.
· Eğer 3.köprü yapılırsa, zamanla ormanların içindeki su havzaları ortadan kalkacak ve susuzluk sorunu ile yüzleşmek zorunda kalacağız.

· Eğer 3. Köprü yapılırsa, suların kirlenmesi çevrenin daha da sağlıksız olmasına neden olacak.

· Eğer 3. Köprü yapılırsa, sadece İstanbul değil, Kocaeli ve Çatalca yörelerindeki verimli topraklar da beton yığınlarıyla kaplanacak.

· Eğer 3. Köprü yapılırsa, İstanbul’un giderek azalan yeşil alanları hızla iyice küçülecek, sıcaklık dayanılır olmaktan çıkacak.


Böyle bir şehirde nasıl yaşayacağız? Çocuklarımızı büyütmek istediğimiz şehir bu olabilir mi?

İstanbul’un ilk Boğaz Köprüsü 1973’te, ikincisi 1988’de açıldı. O zaman gösterilen gerekçeler, iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak ve trafik sorununu çözmekti. Ama sorun, yıllar geçtikçe daha da içinden çıkılmaz hale geldi.

Çünkü köprüler trafiği azaltmıyor, aksine kendi trafiklerini yaratıyor.

Çünkü köprülerin taşıdıkları yolcu değil araç!

Birinci köprü açıldıktan bir yıl sonra:
Boğazı geçen insan sayısı yüzde 4 artarken
Boğazı geçen araç sayısı yüzde 200 arttı!

İkinci köprü açıldıktan sonra bugüne kadar:
Boğazdan geçen insan sayısı yüzde 170 artarken
Boğazdan geçen araç sayısı yüzde 1180 arttı!


Yolcuların yüzde 63’ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı yüzde 10
Yolcuların yüzde 37’sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı yüzde 90


Özel araçların yarattığı trafik sıkışıklığını karşılamak için İstanbul Boğazı’na 2020 yılında 7 köprü, 2040 yılında 70 köprü yapılması gerek! Köprülerle örtülmüş bir boğaz hayal edebilir misiniz?

Ben bir anneyim, çocuğum için 3. Köprü’nün yapılmasına karşıyım.

Trafiği çözmek istiyorsanız toplu ulaşımı arttırmanızı istiyorum. Trafiği çözmek istiyorsanız, bilinçli araç kullanımının yaygınlaştırılmasını istiyorum.

Köprü değil, sağlıklı yaşam ve çevre için bilinçli toplum ve toplu taşıma istiyorum!
Sizleri 3. köprüyü engellemek ve daha iyi bir geleceğe sahip çıkmak için sosyal medya üzerinden yetkililere baskı yapmaya çağırıyorum.
Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf


Bu yazıyı yazan M. İrem Afşin ve Banu Conker 'e çok teşekkür ediyorum






Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

"Hamile kadının sokakta gezmesi uygun değildir" diyenlere cevap

TRT 1'in iftar programına konuk olarak katılan tasavvuf düşünürü Ömer Tuğrul İnançer, hamile kadınlar hakkında yaptığı yorum ile şaşırttı. İnançer'in yorumları sosyal medyada büyük tepki yarattı.

" BUNUN ADI TERBİYESİZLİKTİR"


Ömer Tuğrul İnançer konunun hamileliğe gelmesi üzerine şu ilginç yorumu yaptı:
"Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşam üstü çıkarlar... Şimdi ise maşallah, kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir."
Kaynak: Milliyet

Nasıl bir zihniyettir bu?

Yeter artık bari hamile anne adaylarını rahat bırakın. Hamilelik kutlanması gereken, onur duyulacak ve özgürlüklerin bitmediği bir zamandır. Hamileliğinin tadını çıkarmak, hamileyken gezmek filan terbiyesizlik değildir!
Bir tasavvuf düşünürünün konuşacağı başka konu mu yoktur? Dinimizde konuşulacak her konu bitti de sıra hamile kadınları eve kapatmaya mı geldi? Ülkemizde küçücük çocuklara toplu tecavüz ediliyor çıkıp bir laf ediyorlar mı? Ama hamileler gezince terbiyesiz oluyorlar! Siz belirleyeceksiniz anne adayları kaç dakika sokakta kalacak, ne zaman hamile olduğunu söyleyecek! İnsanları dinden soğutmaktan başka birşey değil bu. Güzel ve anlayışlı dinimize haksızlıktır bu. Annelik dinimizce kutsaldır. Benim kılavuzum Hz. Muhammed (SAV)'dır.

Şunu unutmayın:
Hz. Muhammed (SAV) şöyle demiştir:
"Cennet annelerin ayakları altındadır."




Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Prematüre bebeğin annesi olmak...

Her yıl yaklaşık 500.000 bebek prematüre olarak doğuyor. Anne karnında 37 haftayı tamamlamadan doğan bebeklere prematüre bebek deniyor. Prematüre bebekler zamanında doğan bebeklere göre daha fazla sağlık sorunu yaşayabiliyor ve hastanede daha çok kalabiliyorlar. Bu bebekler ne kadar erken doğarsa yaşadıkları problemler o kadar artıyor. Tabii ki çok erken doğup da hiç bir sağlık sorunu yaşamayan prematüre bebekler de var. 

Prematüre bebeklerin annelerinde zamanında doğan annelerin aklındakinden de öte endişeler oluyor. 

"Bebeğim yaşayacak mı?, Bebeğim yaşarsa, kalıcı sorunları olacak mı?, Bebeğim hastanede kaç gün kalacak?, Küçücük bebeğim eve gelince ona bakabilecek miyim? Bebeğim yaşıtlarından geri mi kalacak?"


Ben bu soruların hepsini kendime sorduğum için bir çırpıda yazabildim. Benim güzel kızlarım da rahim yetmezliğim nedeniyle suyumun erken gelmesiyle 33 haftalık prematüre olarak doğdular. Sevinç 1878 gr Esin 2270 gr ikisi de 44 santim doğdular. Neyse ki suyum çok fazla olduğu ve çok sağlıklı beslendiğim için haftalarına göre gelişimleri çok iyiydi ve hiç respiratöre bağlanıp oksijen almadılar. Esin 6 gün Sevinç 10 gün bebek yoğun bakım ünitesinde kaldılar. Kalmalarının en büyük nedeni emme reflekslerinin henüz gelişmemiş olmasıydı. EMme refleksi anne karnında 34. haftada gelişiyormuş, bu nedenle bu haftadan önce doğan bebeklerde bu problemin yaşanma olasılığı çok fazla. Kızlarımın çok şükür nefes alma sorunları yoktu zaten bu nedenle genellikle açık yatakta yattılar ama beslenmeye başlamadan eve gelmeleri imkansızdı. 


Tesadüf mü yoksa genetik mi bilemiyorum ama ben de 1750 gr doğmuşum. Tabii 37 yıl önce ultrason yoktu o nedenle tam nedenini bilemiyoruz. Anneannem bana "senin kafan portakal kadardı, o kadar küçüktün ki anlatamam" derdi. Ben de cahillik tabii gülerdim ve "portakal kadar bebek kafası olur mu?" derdim. Ee gülme komşuna... 

Benim kızlar doğdu, el kadarlar ve kafalar da tabii... portakal kadardı. 

Ben doğumdan sona hastanede 4 gece kalabildim. Kızlarımı hastanenin yoğun bakımında bırakıp çıkmak benim için çok zordu. Bunu yaşamayan anlayamaz, ben daha önce de bunu yaşadığım için benim için ayrı bir kabus gibiydi. İlk oğlum Kaan ne yazık ki rahim yetmezliğim nedeniyle 21 haftalık doğmuştu ve doğumdan kısa bir süre sonra vefat etmişti. Hiçbir sağlık sorunu yoktu ama rahim yetmezliği nedeniyle doğumu engelleyememişlerdi. Hastaneden kucağımızda bir bebek olmadan çıkmak eşim ve benim için en büyük acıydı. Kızlarımı hastanede bırakmak bu nedenle beni o günlere götürdü. Tabii koşullar farklıydı, kızlarım iyiydi sadece beslenmeleri sorunluydu ve tabii evde beni 21 aylık oğlum Mehmet Alper bekliyordu. 


Eve döndüm ama devamlı hastaneye gidiyordum ve günde yaklaşık 6 saat kızlarımın yanındaydım. Özel bir hastane olduğu için devlet hastanelerindeki anneyi içeri almama, bebeği görememe gibi sorunlarımız yoktu. Bu uygulama gerçekten çok yanlış çünkü prematüre bebekler için anne ve babalarının dokunuşları ve ilgileri çok önemli. Amerika'da anne ve babalar yoğun bakım ünitesindeki prematüre bebeklerini kucaklarından indirmezler. Biz 2. günden itibaren eşimle kızlarımızı kucağımıza aldık, hatta çıplak göğsümüzde kanguru gibi taşıdık uyuttuk. İstediğimiz kadar yanlarında kaldık. Ayrılmak istemiyorduk. Ben kızlar uyurken diğer küvözlerde yatan bebekleri dolaşır tek tek dua ederdim sağlıkla evlerine kavuşsunlar diye. Bu bebeklerden kızlarımda aynı gün doğan ikiz kızlarla daha sonra tanıştık ve kızlarımız oynadılar.

Bizden çok daha erken doğanlar vardı. 26 haftalık 700 gram doğan Iraklı bir bebeği hiç unutamam. Çiftin bundan önce 5 tane bebeği 25-26 haftalık doğmuş ama ülkelerinde yaşatamamışlar. Son bir çare 26 haftalık hamileyken Türkiye'ye gelmişler ve uçaktan indikten kısa bir süre sonra doğum yapmış anne. Aylarca hastanede kaldılar ama bebekleri sağlıkla evine gitti çok şükür.

Ben de hastane ve ev arasında mekik dokuyordum. Evde Alper vardı ve etkilenmesini istemiyordum ama neyse ki kayınvalidemler bizdeydi, dayım anneannem herkes Alper'i mutlu etmeye çalışıyordu. Kızların yanına sadece eşim ve ben girebiliyorduk. Herkes meraktan ölüyordu. Neyse ki video ve fotoğraflarla birazcık da olsa meraklarını giderebiliyorduk. 
Kızlar 5 günlük olup da hala biberondan veya memeden beslenemediğinde artık benim sabrım kalmamıştı. Zaten midelerine anne sütü boruyla gidiyordu yani aç değillerdi, emme refleksi de gelişmediği için biberon almamak kolaylarına geliyordu. Doktorumuza ısrar ettim ve artık boruyla beslememelerini istedim. Biraz acıkırlarsa biberondan beslenmeye daha hevesli olacaklarını düşünüyordum. Doktorlar önce itiraz ettiler ama en kararlı bir şekilde bunu talep edince borular çıktı ve kızlar biraz aç kaldılar. Tahmin ettiğim gibi oldu, biberondan daha iyi emmeye başladılar ve ertesi gün Esin çıkabilecek duruma geldi. Sevinç'in kilosu az olduğu için 4 gün daha kaldı ama o da emmeyi biraz başardı. Doktorları kararlılığımla ikna ederek başardıklarımdan biridir bu da. 


Doğduktan 6 gün sonra Esin kızım beslenebilmeyi başardığı için eve geldi. Oto koltuğunda Esin'i eve getirdik ve 21 aylık Alper'in önüne koyduk. "Bebe" diye çok mutlu oldu. 4 gün sonra Esin'i de alıp hastaneye gittik ve kontrolden sonra Sevinç'i de alıp 2 bebekle eve geldik. Alper'in iki kardeşine bakıp arka arkaya "bebe bebe" demesini unutamıyorum. Yavrum 4 günde bir eve bebek gelecek zannetmiş olabilir!

Anne sütü benim için çok önemliydi. İlk günlerde kızların emme refleksi olamadığı için anne sütümü boruyla direkt burundan midelerine verdiler. Ben mama verilmeyeceğini belirtmiştim hastaneye. Biraz itiraz etseler de onları hemen anne sütü yetiştireceğime ikna ettim. Doğurduğum andan itibaren 2 saatte bir pompayla sütümü sağdım ve hemen günde 12 tane (sabah 3 öğle 3 akşam 6) alkolsüz bira mayası tableti almaya başladım. Pompalama ve mayaların etkisiyle hemen colostrum denilen çok faydalı ilk sütüm geldi. Minikler zaten el kadar olduğu için o kadarcık süt bile onlara yetti ve mama vermeden idare ettik. 2. günden itibaren sütüm gelmeye başladı. 5. günden itibaren artık hem ikisini sadece anne sütüyle besliyordum hem de günde 300 ml anne sütümü buzluğa atabiliyordum. İlk 3 ay böyle yapabildim ve hiç emmemelerine rağmen ikiz kızlarımı ilk 4,5 ay sadece anne sütüyle besledim. 4,5 aydan 6 aya kadar sadece bir öğün mama aldılar. 6 ayda ek gıdaya geçince onu da bıraktık. Anne sütü ve ek gıda ile devam ettik. 13,5 ay sadece pompa ile yoğun bir şekilde anne sütü ile beslendiler ve bunun sayesinde çok kısa sürede prematürelikten eser kalmadı. İshal, kabız gibi sorunlar yaşamadık. Tüm annelere bol sütler diliyorum.

Prematüre bebeklerin gelişimi çok yakından takip edilmeli. Doktorumuz içtikleri her damla sütü ve yaptıkları her kakayı yazmamız gerektiğini söyledi. Haftada bir kontrole gidiyorduk. Bu kontrolde doktorumuz yediklerini kontrol edip bebekleri tartıyordu ve günde mutlaka en az 30 gr almaları bekleniyordu. Yoksa mama vermeye başlamam gerekiyordu. O stresi unutamıyorum. Bir hafta tam tartıdan önce büyük bir kaka yapmıştı biri ve tartıda o hafta günde 28 gr aldığı ortaya çıkmıştı. günde 2 grlık fark için acayip bir azar yedim doktorumuzdan. Neyse ki kaka yaptığını söyleyince mamasız devam etmeye izin verdi.  Prematüre anneleri hep böyle diken üstünde oluyor. Gelişimleri çok yakından takip ediliyor ve en ufak bir farklılık araştırılıyor. Bunlar yüzünden prematüre annelerinin stres düzeyleri daha yüksek oluyor. Prematüre bebeklerin bakımı da daha zor, mesela emme refleksi gelişmediği için kızlar 40 ml sütü 45 dakikada içerlerdi. Zaten besleme biterdi, bezini değiştirirdik, ben günde 7 kere pompa yaptığım için 30-40 dakika pompa yapardım bakmışsın yine besleme zamanı gelmiş. Gece de 45 dakikada bir uyandık beslemek için. Normal bebekler gibi 10 dakikada emip mışıl mışıl uyumazlardı. 

Sonuç olarak kızlarım 4-5 ay gibi kısa bir sürede prematüreliğin etkisinden kurtuldular. Şu anda kızlarımın zamanında doğan bebeklerden hiçbir farkı yok hatta genetiklerini yakaladılar ve anne babaları çok uzun olduğu için yaklaşık 1,5-2 yıl önden gidiyorlar. Tüm prematüre bebeklere sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum. Prematüre bebek ailelerinin de bu süreci sorunsuz ve kalıcı hasarsız atlatmalarını diliyorum. 


Prematüre bebek ailelerinin güzel hikayeler dinlemeye ihtiyaçları var. Eğer sizin bebeğiniz de 1 kilonun altında doğduysa ve şu anda hiçbir sağlık sorunu olmayan mucize bir bebekse lütfen bana hikayenizi gönderin.
Hassas Anneniz Ece













İstatikler için kaynak: March of Dimes





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün 

Okullarda forma uygulaması kalkmasın!

Resmi gazetede yayınlandı:
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞINA BAĞLI OKUL ÖĞRENCİLERİNİN KILIK VE
KIYAFETLERİNE DAİR YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK
“ Öğrenciler, okul, sınıf ve şubelerde tek tip kıyafet giymeye zorlanamaz. Ancak, okul yönetimi ve okul-aile birliğinin koordinatörlüğünde, 4 üncü maddede yer alan sınırlamalara aykırı olmamak kaydıyla, velilerin yüzde ellisinden fazlasının muvafakati alınarak ilgili eğitim-öğretim yılı için okul kıyafeti veya kıyafetleri belirlenebilir. Bu fıkranın uygulanmasına dair usûl ve esaslar Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan yönerge ile belirlenir.”

Ben okullarda formanın kaldırılmasına inanılmaz derecede karşıyım. Çocuğu devlet okuluda okuyan biri olarak bunun yaratabileceği sorunların çok büyük olduğunu düşünüyorum. Forma ile herkes aynı görünüyor ve özellikle maddi eşitsizlikler ortaya çıkmıyor. Herkes 1-2 takım forma alıyor bir şekilde ama herkesin gücü çocuğunu her gün değişik giydirecek kadar kıyafet almaya yetmeyebilir. Çocuklar çok dikkatliler ve bu tür farklılıklar hemen göze batacaktır.

Bunun dışında bir de her sabah yaşayacağımız "Bugün ne giyeceğiz?" kaosu var ki iki kız annesi olarak formasız bir okulda halimi düşünemiyorum. Erkek çocuklarının çok umrunda olacağını zannetmiyorum ama kızlar kıyafet olayını önemsiyorlar ve ne giyeceklerini seçmeleri uzun sürebiliyor.

Ben önümüzdeki okul yılında veliler arasında bu yüzde elliyi sağlayıp forma giymeye devam kararı aldırmak için uğraşacağım. Siz de eğer benim gibi düşünüyorsanız okul müdürünüzle bağlantıda olup bu konuyu takip edin derim.



Ana Sayfaya Dönün

Doğum Hikayeleri: Hassas Annemiz Çiğdem'in doğum hikayesi

2012 yılının Haziran ayıydı Alanya'da hava oldukca bunaltıcı... Eşim birkaç günlüğüne iş için şehir dışına çıkmıştı ve 3-5 yılda bir hastalanan ben hasta oldum ve antibiyotik vs ilaçlar kullanmak zorunda kaldım. Yaklaşık 2 hafta sonra adetim 2-3 gün gecikmişti, ihtimal vermememe rağmen eşimin acaba demesinden şüphelenip ondan gizli o evde yokken bir test yaptım ve sonuca inanamadım. Allahım bu ne büyük mutluluk! Ağlamaya başlamıştım hem mutluluktan hem hüzünden. 

Ya zarar verdiysem bebeğime veya bilmeden onu ömür boyu sakat bırakacak birşey olduysa? 

Eşim geldi eşime testi gösterdim çok büyük bir şaşkınlık ve mutluluk yaşadık. Ardından 1 hafta tatile çıktık döndüğümüzde doktora gidip sağlık durumundan emin olduk, sapasağlamdı bebeğim pıt pıt pıt atıyordu kalbi! Allah'a şükür. Daha sonrasında sorunsuz bir hamilelik geçirdim. Fazla yürümem yasaktı fakat sağlık durumu olarak çok çok iyi ve rahattım. Hamileliğimin son gününe kadar çalıştım. Bir pazar günü bebeğimin ve benim hastane bavulumuzu hazırladım. Cicilerini özenle yerleştirdim ve kısa bir uykuya yattım. Uyandığımda garip bir his vardı. 

35. haftaya o gün girmiştim. Doğum yapacağımı hiç düşünmeden kontrol için hastaneye gittik saat akşam 10:00'du. O da ne? Bebek geliyor! Doktorlar doğumu durdurabilmek icin çok ugraştılar ilaçlar serumlar vs ama kızım inatçıydı dediğim dedik illaki gelecek! ve doğum durmadı. Sancılar şiddetlenerek devam etti. O akşam yediklerimin hepsini çıkarttım. Ebe hemşirem çok iyiydi Allah razı olsun çok kibar çok yardımsever o gün benim en huysuz hallerimi çekti.  Çok fazla titriyordum sancılar geçtiği zamanda da titremekten duramıyordum bana sürekli sakinleşmemi söylüyordu sabah 6:00 olduğunda doktorum geldi normal doğum odasına alındım fakat artık bebeğimin kalp atışları oldukça düşmüştü acilen saat 7:00'de bütün ameliyathane personeli evlerinden sıcak yataklarından kalkıp hastaneye gelmişlerdi. Sanıyorum sakinleştirmek icin olsa gerek oradakiler benimle muhabbet ediyor adımı mesleğimi eşimi falan soruyorlardı. Ben muhasebeciyim. Eşim otomasyoncu. Fakat orada onu anlatamayacağım icin o günlük onu da muhasebeci yaptım spinal anesteziyi aldım fakat ben hala hissediyordum yani öyle düşünüyordum.

- Bir dakika durun ben hissediyorum! Doktor da şaşırdı tabii.  Belimden aşağıya dokundu
- Hissediyor musun?
- Evet!
- Bunun gibi mi?(kolumu çimdikledi)
- Hayır 


Ameliyat başladı, hamileliğim boyunca hep onu merak etmiştim onu bir kez olsun görebilmek, bir kez kokusunu içime çekerek öpebilmek nasip olacak mıydı? Ya ona birşey olursa? Ya bana birşey olur da dünyaya gözlerini açar açmaz annesiz kalırsa? Ameliyat boyunca ona birşey olmasın diye dua ettim. Ve bir ses duydum, bu onun sesiydi küçük meleğim doğmuştu! 2.710 gr 47 cm. Azıcık sesi vardı çok ağlamadı. Ameliyathanede bana onu göstermediler.





Doğum fotoğrafçısı ayarlamak istiyordum fakat fıstık erkenden gelince pek çok istediğim şeyi yapamadım. Bebek doğum kanalında sıkıştığı için yüzünün bir tarafı komple mordu ve çürümüştü. Bunun dışında bir sağlık sorunu yoktu küvöze hiç konmadı. Fakat ben onun o yüzünü gördükçe ağlamaklı oldum hep canı nasıl yanmıştır diye. Emme refleksi henüz gelişmemişti onu beslemek ilk aylarda oldukça zordu. Sağdığım anne sütüyle 30 ml sütü 1-1.5 saatte içiyordu. 2.400 grama düşmüştü. Daha sonra doktor tavsiyesiyle prematüre özel maması aldık. Doğumumdan 12 gün sonra babamı kaybettik. Bir yandan onun üzüntüsünü yaşadım bir yandan da sütümün kesilme korkusunu. Zaten o günden sonra sütüm oldukça azaldı. Yine de oldukça emzirmeye çalışıyordum. 




Şimdi 6 aylık kızım oldukça tombik ve uzun bir bebek adı Aylin. Adını da doğumundan sonra bulduk. Allah'a şükür onu sağlıkla kucağıma aldım. O benim dünyam. Allah olmayanlara da nasip etsin İnşallah. Doğum çoğu insanı korkutsa da toplam 1 günlük bir süreç. Bu güzel melek icin herşeye değer. 5 gün olsa 5 gün de çekilir ödül büyük ne de olsa...
Çiğdem



Ana Sayfaya Dönün

22 Temmuz 2013 Pazartesi

En çok yapılan çocuk oto koltuğu hataları

1. Her yolculukta çocuk oto koltuğu kullanmamak. 
"Çok yakın bir yere gidiyorduk", "Oto koltuğuna bağlanmaktan nefret ediyor, bu seferlik bağlamadım.", "Oto koltuğunda çıldırdı, onu sakinleştirmek için bir dakikalığına kucağıma aldım." Uzmanlar bunları bir kaza sırasında yaşanan trajediler sonrasında ailelerden duyuyorlar. Unutmayın bir kerelik yapılan bir hata, ömür boyu pişmanlığa dönüşebilir.

Aklınızda olsun, kanuna göre de çocuklarınız arabada her zaman çocuk oto koltuğunda bağlı olarak seyahat etmeli. Bunun önemli nedenleri var.Her yıl onbinlerce çocuk kazada yaralanıyor ve binlercesi de ölüyor. Çocuk otomobil koltukları kazada ağır yaralanma ve ölme riskini büyük ölçüde azaltıyor. 

2. Eski veya ikinci el çocuk oto koltuğu kullanmak
Çok ucuza bulduğunuz o ikinci el oto koltuğu size çok avantajlı gibi görünse de çocuğunuzun hayatına mal olabilir. Aynı şey çok eski koltuklar için de geçerli. İkinci el koltuklar çoğu zaman kullanım ve araca takma kılavuzu olmadan satılır ve bu kılavuzdaki bilgiler aslında çok önemlidir. Ayrıca bir kazaya karışmış oto koltukları görünürde bir hasarları olmasa da işlevini yitirmiş olabiliyor. Bir de bu koltuklarda bir üretim hatası olup üretici tarafından geri çağrılmış da olabilir. 

Çok eski koltuklar da günümüzün güvenlik standartlarına uygun olmayabiliyor. Üreticiler plastiklerin yaklaşık 5 yılda eskidiğini ve yeni koltuklar kadar güvenilir olmadığını belirtiyor. Çoğu oto koltuklarının üstünde son kullanma tarihi var, lütfen buna dikkat ediniz. Hemen şimdi oto koltuğunuzun son kullanma tarihini kontrol ediniz. Çocuklarınız arasında çok yaş farkı varsa küçük çocuğunuzun büyük çocuğunuza ait oto koltuğunu kullanması bile sakıncalı olabilir. 

3. Çocuğunuzun oto koltuğunu öne bakar konuma gereğinden önce getirmek
Çocukların büyük kafaları ve fazla güçlü olmayan boyunları vardır ve önden çarpışmalarda çocuğunuzun başı öne doğru savrulabilir ve bu omurilik zedelenmelerine yol açabilir. Uzmanlar çocuğunuzu 2 yaşına kadar arkaya dönük koltuklarda oturtmanızı tavsiye ediyorlar. Eğer çocuğunuz normalden uzun ve kiloluysa daha erken öne bakan koltuklara geçebilir. 

4. Çocuk oto koltuğu kullanımını gereğinden erken bırakmak
Ülkemizde 1.35 metreden kısa ve 36 kilogramın altındaki çocuklar için ağırlıklarına uygun oto güvenlik koltukları kullanılması zorunlu. Bu da yaklaşık 10 yaşına kadar oto koltuğu kullanmak zorunlu demek ama çoğu aile çocuğu biraz büyüyünce oto güvenlik koltuğu kullanımını bırakıyor. 

5. Oto koltuğunu doğru takmamak
Çocuk oto koltuğu yanlış takılırsa hiçbir işe yaramaz. Bu nedenle mutlaka kullanım kılavuzuna göre takın ve yeterince sıkı yapın. Yeni arabaların çoğunda ve pek çok oto koltuğunda isofix sistemi var ve bunlar çok güvenli oluyor. 

6. Emniyet kemerinde kilitleme mekanizması olmaması
1996'dan önce üretilen eski arabaların çoğunda emniyet kemeri kilitleme makenizması yok ve bu da oto koltuklarını kullanışsız yapıyor. Ekstra bir klips (büyük bir ataca benziyor) ile bu sorunu aşabilir ve koltuğun daha sıkı bağlanmasını sağlayabilirsiniz. Çoğu oto koltuğu böyle bir klipsle satılıyor. 

7. Çocuğunuzu oto koltuğuna sıkı sıkı bağlamamak
Çocuğunuzu oto koltuğuna sıkı sıkı bağlayın, kemer dönmüş ve gevşek olmasın ve iki kemeri birarada tutan klips koltuk altları hizasında olsun aksi taktirde kaza sırasında çocuğunuz koltuğundan uçabilir.

8. Oto koltuğunu arabaya bağlamamak
İnanılmaz gelse de bu da yapılan hatalardan biri. Bu hatayı yapmayın ve araba değiştirdiğinizde oto koltuğunun arabaya bağlandığına emin olun.

9. Çocuğunuzu kucağınızda tutmak
Bir kaza anında çocuğunuzu kucağınızda tutmanız imkansız gibi bir şey. Çocuğunuz kucağınızdayken emiyet kemeri takarsanız kaza anında kendi ağırlığınızla onu ezebilirsiniz. Çocuğunuz her zaman yaşına ve kilosuna uygun oto koltuğunda bağlı olarak arabada seyahat etmeli.

10. İki çocuğa bir emniyet kemeri takmak
Çarpışma testlerinde bu denenmiş ve kazanın etkisiyle iki çocuğun kafasının birbirine çarpıp ağır yaralanabilecekleri görülmüş.

11. Çocuğunuzun ön koltuğa oturmasına izin vermek
Çocuklar ne kadar ön koltukta oturmak için ağlasalar da arka koltuk onlar için en güvenli yer. Boya ve kiloya göre değişse de çocukların yaklaşık 12 yaşına kadar arka koltukta oturmaları gerekiyor.

Arabada güvenli bir yolculuk için birkaç tavsiye:
 - Eğer mümkünse çocuğunuzu arka koltukta ortadaki koltuğa bağlayın. Burası yandan vuruşlu kazalarda en güvenli yerdir. 
- Özellikle öndeki sürücünün yanındaki koltukta hava yastığı varsa oraya kesinlikle çocuk oturtulmamalı ve arkaya bakan çocuk koltuğu konulmamalıdır. Bu oradaki çocuğun ölümüne bile yol açabilir. 
-Eğer çocuğunuzu öne oturtmaktan başka çareniz yoksa (mesela 2 koltuklu arabalarda veya arka koltuklar kullanılamıyorsa), oradaki hava yastığının kapatılıp kapatılmayacağına bakın ve kapatılabiliyorsa kapatın. Koltuğu en geriye kadar çekin. 

Uzun sözün kısası lütfen 12 yaşına kadar çocuğunuz arabada yaşına ve kilosuna uygun çocuk oto koltuğunda bağlı olarak seyahat etsin ve burada yazdığım yanlışları yapmayın. 







Kızlarım bugün benden tam puan aldı

Bugün çok sevdiğimiz bir akrabamız kızları görmeye geldi. Ben içerdeyken kızlarıma yanında getirdiği çikolatayı vermek istemiş. Sağolsun kızlar için özenmiş ve almış. Ben yanlarında olmamama rağmen kızlar aynı anda "o zararlı bizim için" deyip almamışlar. Annem söyleyince çok hoşuma gitti demek ki içselleştirmişler abur-cuburdan uzak durmayı ve ben yanlarında olmasam da uyguluyorlar. Ben yanlarında olsaydım alırdık ama ben onlara her gün küçücük bir parça vererek o çikolatayı bir haftada bitirirdik. Böyle durumlarda genellikle öyle yapıyoruz. Kayınvalidem sağolsun benim huyumu bildiği ve her zaman buna saygı gösterdiği için almamış çikolatayı.

Hiç yemiyor değiller. Bitter çikolata, ev yapımı kek , kurabiye, dondurma yiyorlar ama miktar olarak çok az tadımlık yiyorlar. Her ikram edileni ve her gördükleri abur- cuburu yemiyorlar ve bu beni çok mutlu ediyor. Küçücük vücutlarına ne kadar az girerse bu maddeler o kadar iyi.

"Zaten büyüyünce yiyecek boşver" bu konuda aldığım eleştirilerin başında geliyor. Evet yiyecekler ama tam büyüme ve kemiklerinin gelişme çağında ne kadar az tüketirlerse o kadar iyi. Şekerin hiçbir faydası yok. İçinde hiçbir vitamin ve besleyici bir madde yok. Şekeri meyvelerden, kuru meyvelerden, sütten ve ev yapımı ürünlerden almaları daha faydalı. Bir de tabii tanımadığımız insanlardan bir şey almamayı da öğrenmiş olmaları çok güzel. Kızlar ilk defa görüyordu yakınımızı. Güvenlikleri için çocuklarınıza mutlaka bunu öğretin.
Bugün benden tam puan aldı kızlarım. Yakınımıza biraz ayıp olmuş ve çok şaşırmış ama anlayışla karşılamış sağolsun. Çocuklara kendilerine hediye almaları için para vermiş, yarın gidip onlara toka ve oyuncak alırız.



21 Temmuz 2013 Pazar

Kavgalarınızı seçin! ve ceza konusu

Çocuklarımızı hırpalamayacağız, o konuda anlaştığımızı düşünüyorum.

Ceza olarak en yapacağız? diye soruyorsunuz. Bence ve pek çok araştırmacıya göre en doğrusu kısa bir süreliğine sevdiği bir şeyden mahrum bırakma etkili ve çocuğa zarar vermeyen bir ceza yöntemi. Tabii ki öncelikle ne yaparsa ceza olarak ne geleceğini net olarak anlatmanız gerekiyor. Çocukları eğitirken öğrenmelerini istediğimiz en önemli şey hareketlerinin bir sonucu olacağı.
"Kardeşine vurursan en sevdiğin bebeği kaldıracağım" gibi bir uyarıda bulunduktan sonra aynı davranışa devam ederse mesela sevdiği bebeği kaldırma veya gidilecek bir yere gitmeme olabilir. 

Ayrıca yaşı kadar dakika oturup düşünme (mola-ingilizcesi time-out) cezası olabilir. Mesela 3 yaşındaysa 3 dakika ortamdan ayrılıp sakin bir köşede oturup yaptığını düşünme cezası uyguladığım oldu.

Çok fazla ceza verdiğimi söyleyemem. Üç çocukla tabii bazen oluyor ama cezadan çok olumlu davranışı pekiştirmeye inanıyorum. Bence en etkili olan kesinlikle iyi birşey yaptıklarında ödüllendirmek ve takdir etmek. Mesela kardeşine iyi birşey yaptığında öpmek, "seninle gurur duyuyorum, ne kadar iyi bir kardeşsin, kardeşin çok şanslı" demek. Çocuklar çok akıllı, hemen anlayacaktır iyi davrandığında sonucun iyi olduğunu.

Bir de bence rutin ve düzen oluşturmak hem çocukların huzurlu ve mutlu olmasını sağlıyor hem de çok öğretici oluyor. Bu nedenle uyku ve yemek saatlerini düzenlemenizi ve her zaman aynı saatlerde uykuya yatırmanızı ve yemek yedirmenizi tavsiye ederim. Çocuklar beklentileri yerine geldiğinde çok mutlu ve sakin oluyorlar.


Benimkiler de kötü davranmıyor mu? 
Bazen tabii ki davranıyorlar, robot değiller sonuçta çocuklar. Şımarıyorlar da yoldan da çıkıyorlar ama çoğu zaman iyi davranmaları ve iyi niyetli olmaları yeterli. Bazı şeyleri de görmezden gelmek gerekiyor. Amerikalılar "pick your battles" derler o lafı çok severim. Amerika'da erken çocuk gelişimi okurken bu konu çok hoşuma gitmişti. Bu "savaşlarınızı yani kavgalarınızı seçin" demek. Yani her konuda, her hatada çocuğun üstüne çullanmayın hemen disipline etmeye çalışmayın. Bazı küçük şeyleri görmezden gelin. Önemli konularda mesela vurmak, başka bir çocuğa kötü davranmak, yalan söylemek, bilerek kötü niyetle başkasının malına zarar vermek gibi ciddi konularda net tavrınızı koyun ve uygun cezayı verin. 
Unutmayın devamlı hayır derseniz hayır lafının bir anlamı kalmaz. Devamlı cezaya götürürseniz cezanın da bir etkisi olmaz. 
Onun için kavgalarınız seçin!


Çocuklarınızı Hırpalamayın!

Bana gelen mesajlarda beni en çok üzen konu annelerin hala çocuklarını hırpalamaları oluyor. Şöyle diyor anneler çekinerek:

"Çok zor durumdayım, herşeye yetişemiyorum sabrım taşıyor istemesem de çocuğumu hırpalıyorum"
Sanırım bu çoğunlukla kapalı kapılar arkasında yapılan bir hata ve bana yazmalarının, itiraf etmelerinin nedeni de benden iyi bir azar işitmek çünkü onlar da buna bir son vermek istiyorlar ama içine girdikleri kısır döngüden kurtulamıyorlar. 
Şiddet önce ailede başlıyor. Şiddeti annesinden babasında gören çocuk, yaralanmasının dışında çok daha korkunç bir yara alıyor; şiddeti normal olarak görmeye başlıyor. Annem babam bunu yapıyorsa bu yapılabilir ve kabul edilebilir birşeydir diye düşünmeye başlıyor. Çocuğun yüzündeki, kolundaki bacaklarındaki yaralar geçiyor ama şiddetin normalleşmesinin etkileri geçmiyor. Hatta onun çocuklarına kadar etkisi devam ediyor. Yapılan araştırmalara göre çocuğunu dövenlerin büyük bir kısmı kendisi de küçükken anne babasından dayak yemiş. Şiddeti lütfen sadece tokat, bir yerini kırmak, gözünü morartmak olarak görmeyelim. Çocuğu korkutmak, üstüne yürümek, sarsmak ve hırpalamak da şiddettir. 
Şiddet uygulayanlara ilk söylediğim şu: 

Çocuğunuz sizi örnek alır. Onu hırpalayarak onu disiplin etmiyorsunuz, ona vurmayı, şiddeti ve kaba kuvveti ööğretiyorsunuz. O, yakın gelecekte arkadaşlarına vurduğunda ve uzak gelecekte sizin torunlarınızı dövdüğünde bunun sorumlusu siz olacaksınız. 
Çocuklarınızı hırpalamaya hemen son verin. Kendinizi sakinleştirmeyi öğrenin. İçinizden yüze kadar sayın veya bildiğiniz duaları okuyun. Unutmayın kimsenin kimseye kaba kuvvet uygulamaya hakkı yoktur. Onlar size emanet. Sabrınızın taştığını ve kendini tutamayacağınızı anladığınız anda hemen çocuğunuzu güvenli bir yerde (mesela bir park yatakta veya etrafta kendisine zarar verebileceği bir nesne olmayan bir odada) bırakın ve biraz uzaklaşın. Hala onu görüyor olun. Ağlayabilir bu dayak yemesinden daha iyidir. Sakinleşmeye çalışın. Bunu yöntemini siz bulacaksınız. Sakinleşince çocuğunuzun yanına dönün ve ona ilgi gösterin. 
Annelerimiz kendi ruhsal sağlıklarına önem vermeliler. Siz iyi ve sağlıklı olacaksınız ki çocuğunuz, eşiniz ve aileniz de mutlu olsun. Sizi nelerin mutlu ettiğini bulmaya çalışın. Kendinize de vakit ayırın. Bir hobi edinmek bu patlamaları önleyecekse arada bir çocuğunuzu güvenilir ellere teslim edip hobinize veya spora zaman ayırın. Önemli olan her saniye onunla birlikte olup hayatınızı ona adamak değil ona faydalı olabilmek. Kendi durumunuzu değerlendirin ve ona göre bir yol çizin. 
En önemlisi kesinlikle çocuklarınızı hırpalamayın. Onların sevginize, ilginize ve merhametinize ihtiyaçları var. Siz onların gözünde dünyanın en sevgi dolu ve en harika insanısınız. Onlara şiddet uyguladığınızda onların kendilerine ve dünyaya bakışını değiştiriyorsunuz ve buna hakkınız yok. Sevgi dolu günler diliyorum.



Babaanne kurabiyesi



1 yumurta 
1 su bardağı zeytinyağı 
1 su bardağı şeker 
1 su bardağı yoğurt 
1 tatlı kaşığı karbonat 
hamuru cıvık olacak kadar elenmiş un
(tüm malzemeler oda sıcaklığında)

İyice yoğurun, yuvarlayın, tepsiye dizin.
Üzerlerine yumurtanın sarısını sürün, yarım ceviz koyun.
Önceden ısıtılmış 200 derece fırında üstü kızarana kadar pişirin. Afiyet olsun



Ana Sayfaya Dönün

Anne Hikayeleri: Hassas Annemiz Derya'nın çok zorlu geçen doğumunun hikayesi

Bu da benim doğum hikayem. 1993 yılında evlendik. İlk gebeliğim evlendikten 3 ay sonra oldu. Hazır değildim. Doğurmak istemiyor, aldırmayı bile düşünüyordum. Annem karşı çıktı. İlk bebek alınmaz diyerek engel oldu. Bebek fikri beni korkutsa da yavaş yavaş alıştım. 3 ay sonra şiddetli kanamayla bebeğimi kaybettim. Hem üzülmüş, hem de ne yalan söyleyeyim sevinmiştim. Çevreye üzülmüş rolü yapıp, içimden de ''aman çok erkendi yine olur'' diyerek kendimi avutuyordum. Ama olmadı. 1,2,3 derken 7 tane 4 ay üstü, düşük. 3 tane de 3 ay altı düşük yaptım. Her biri birbirinden zorlu düşüklerdi. Sonrasında kanamalar, tahliller. Eşim artık bebek istemiyor ''sen bana yetersin'' diyerek bana moral vermeye çalışıyordu. 

Rahim zayıflığından dolayı doktorlar yeni bir hamileliği denemememi söylüyordu. Hep aklıma ilk bebeğimi istemediğim geliyordu. Vicdanım beni mahvetmişti. Ben o ilk bebeği aldırmak istediğim için başıma geliyor diye düşünmeye başlamıştım ki 2001 yılında hamile kaldım. Doktora gitmeye korkuyordum. ''Karnınızda ölmüş almamız lazım'' Bu sözler beynimde yankılanıyordu. Gitmedim ve kimseye de söylemedim. Eşimden bile gizledim. Karar vermiştim; Beraber ölüme gidecektik. Bebeğimin karnımdan alınmasına müsaade etmeyecektim. Dördüncü aya girerken ağır bir gribe yakalandım. Eşim ısrarla antibiyotik içirmeye çalıştığı için söylemek zorunda kaldım. Tabii ki bir anda tüm çevre duydu. 

Annemle ertesi gün doktora gittim. Annemden de yol boyu azar işittim. Eşim korkudan gelmedi doktora. İş bahanesi uydurdu ama ben anladım ki dayanacak gücü yoktu. Muayenehanede korkudan ayaklarım kesildi, yürüyemiyorum tüm bunlar yetmezmiş gibi gribim. Doktorum beni görünce ''Ne olur hamileyim deme! Sana da, bana da yazık'' dedi. Ama hamileydim. Yapacak birşey yoktu. Çıktım muayene masasına, ultrason cihazı karnımda dolanıyor, benim gözüm doktorun gözünde. Yüzünün aldığı şekilden sonuç çıkarmaya hazırken ''bebeğinin kalp atışlarını dinlemek ister misin?'' dedi. Ben ağlamaya başladım ''Anne; yaşıyor! yaşıyor! '' diye şevinç gözyaşları döktüm. 

Antibiyotiksiz, ağrı kesicisiz, ıhlamurla, balla gribi atlattım. 15 günde bir doktorun muayenesinden geçtim. 8. aya girdiğim gün doktorum bana dinlen, rahimde açılma var sakın kalkma dedi. Ama akşamı doğum sancısı başladı. Hemen doktorumun olduğu hastaneye gittik ama 8. aydaki doğum için gerekli teçhizatın olmadığını, bebeğin ciğerleri kapalı olacağı için, yeni doğan yoğun bakımının olduğu, tam teşeküllü bir hastaneye gitmemiz gerektiğini söylediler. Ve böylece ambulans maceramız başladı. 6 saat boyunca istanbul'un tüm hastanelerini gezdik. Şişli Etfal, Çapa, Haseki ve Cerrahpaşa yer olmadığı gerekçesiyle. Süleymaniye ve Bakırköy teçhizatları olmadığı nedeniyle beni almadı. Bize denen tek yer Zeynep Kamil'di. Büyükçekmece'den başlayan yolculuğumuz Altunizade'ye kadar sürdü. Eşim her hastaneden neden geri çevrildiğimizi anlamıyor, çıldırmış gibi davranıyordu. Ambulansın şöförü (b.çekmece belediyesi ambulansıydı) her hastane kapısında ''yenge ne olur dayan, kurtarıcaz seni burası alacak'' diyor ama sonuç hüsran olunca ''kavga etmeye vakit yok'' diyerek yeniden yola koyuluyordu. 

Zeynep Kamil; beni hemen aldılar. İçerisi ne ferah gelmişti ne şeker bir doktordu yanıma gelen. ''Seni hemen yoğun bakıma alacağız, doğumu durdurmaya çalışacağız'' diyerek beni arka binalarda, koridorladan geçirerek, izbe, bakımsız bir odaya aldılar. Oda dediysem 30 yataklı bir kocaman bir yerdi. 3 gün iğneler ve serumla durdum. Ziyaretçi, refakatçi yok. Yemek hiç yok. Sabahı doktor gelip (bir gördüğün doktoru bir daha görmüyorsun) ''doğuma alıyoruz'' dedi ve gitti. Koluma suni sancıyı taktılar. Sabah 9'da sancı odasına girdim, akşama kadar sancı çektim. (Sanırım pek çoğu ''benim nöbetimde doğurdu, doğurdu. Benden sonra gelen düşünsün'' diyor.) Keza normal doğum sırasında işler ters gitti ve sezeryana almaya karar verdiler. Olmadı. Bebek gelmeye başlamıştı, rahim tersti, nabzım ve kalp atışlarım zayıflamıştı. Bol neşter yardımıyla beni akşam 9:05'te kızıma kavuşturdular. Masadan indiğimde saat 11 gibiydi. Kanamam durmamış, nabız ve tansiyon normale dönmemişti. Kızımı göz ucuyla görebilmiştim. Odaya aldılar beni. Bebeğimi yanımdaki beşiğe koydular ve gittiler. Yalnızdım, açtım, geceliğim ıslaktı. Giysilerim sancı odasından kaybolmuştu. Tabii ki tamamen yalnız değildim, odada benim gibi doğum yapmış altı kadın vardı ama hepsi bana yabancıydı. Ben eşimi ve annemi istiyordum. Bebek sağlıklıydı inanamıyordum! Çok güzel bir kızdı (Şimdi düşünüyorum da; yamuk ve uzun bir kafa, annenin fazla vitamin kullanmasından dolayı ağızında diş oluşumu, yüzünde beyaz yağ bezesi gibi oluşumlar...)



 2350gr dünya tatlısı kızımı besleyecek sütüm yoktu. Doğumun yorgunluğu ve başlayan kanama sebebiyle uyumuşum. Bebeği besleyemeden ölüm uykusuna yatmışım. Sabah 7 gibi servise gelen doktor rengimden ve uyanmamamdan dolayı yoğun bakıma almış beni. Kızımı da beslenemediği için almış yoğun bakıma. Yeni doğan sarılığına yakalandı bir de üstüne. 27 gün yattık kızımla serviste. 27 gün boyunca eşim bebeğimizi göremedi. Bir gün olsun eve gitmedi. Hsstane bahçesinde, arabanın içinde yattı. Şimdi çoook sükür sağlıklı cıvıl cıvıl bir kızım var. Yaşadıklarımdan dolayı bir daha bebek sahibi olamayacağım. Zeynep Kamil'den hem nefret ettim, hem de evladımı bana bağışladıkları için minnet ettim. Orada gördüklerim filmlere konu olur. Bir ilki de yaşadı Zeynep Kamil bizimle birlikte. Kayıtlara 3 günlük bebek dişini çeken ilk hastane olarak girdi.
Derya