11 Nisan 2013 Perşembe

Özel Anneler: Sen de etrafına bakan, fark edenlerden ol...


3,5 yaşındaki Damla ve Derin'in annesi Aytül Köktuna'nın yazısı hayata bakış açınızı değiştirebilir. Yani ben öyle olmasını umuyorum. Prenses kızlarının hastalığı Merozin Negatif Konjenital Musküler Distrofi ile yaşarken yaşamı ıskalamamayı başaran hepimizin örnek alması gereken bir Hassas Anne



SEN YOKSAN BİR KİŞİ EKSİK KALIRIZ…
       Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyorum? Nasıl davranmalıyım? Bu sözleri  en çok ne zaman kullanırız hiç düşündünüz mü?  Bir web sitesinde engellilikle ilgili yazıma böyle bir yorum almıştım Çok güzel bir geri dönüş oldu bu yorum bana.  Evet çevremizdeki engelli insanlara nasıl davranacağımızı ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz değil mi çoğu zaman? Kızlarımın hastalığını duyduğumda benim de bu bilinmeyen karşısında düşüncelerim, sorularım aynen bu oldu?  Onları üzmemek, incitmemek için nasıl davranmalıyım? Ne söylemeliyim? Neden bu tarz soruları sormak durumunda kalıyoruz hiç düşündünüz mü? Çünkü bizler bir arada yaşamayı bilmiyoruz.  Çünkü onlar bize uzakta…  Çünkü çoğu zaman eksiklikleri kabul edemeyen bir bilinçle yetişiyoruz.  Mükemmeliyetçi bir bilinçle… Bir yandan yaşlılığa bakışımız da aynen bu şekilde... Güçten düşmek, yeteneklerinin yavaş yavaş azalması, kabullenemediğimiz şeyler. Bu durumda da bizim kalıplarımıza uymayan,  eksik gördüğümüz şeyleri de kabul edememe eğilimindeyiz.   Çevremizdeki insanların  duygularına çoğu kez o kadar uzağız ki.  İnsanları  olduğu gibi görmek, yapamadıklarından çok yapabildiklerine odaklanmakta eksik kaldığımız için böyle durumlarda  ne yapacağımızı şaşırıyor olmamız çok normal. Bu bilince nasıl sahip olduğumuzu ise bulmak çok da zor değil. 

        Biz ebeveynler çocuklarımızı büyütürken bazı şeylerde aşırıya kaçabiliyoruz. Kafamızda olmasını istediğimiz şeyleri çocuklarımıza uyarlamaya çalışıyoruz. Kaygılarımız çok. Mükemmeliyetçi davranıyoruz. Aman üzülmesin,  aman  kimse onunla alay etmesin, aman başarılı olsun, güçlü olsun vs vs.  İşte bu kaygılarla çocuklarımızın hata yapma olasılığını en aza indirgemeye çalışıyoruz. Onlara hata yapıp öğrenme fırsatı vermiyoruz.  Bu nedenle de çocuklarımız hata yapma korkusu ile büyüyorlar.  Eksiklikleri, hatalı gördükleri şeyleri kolay kolay kabul edemiyorlar. Belli bir standarda alıştırılıyorlar. Hata yaptıklarını düşündüklerinde ise vicdan azabı çekiyorlar. Kendilerini suçlu hissediyorlar.  Böyle durumlarda etrafımızda nasıl tepkiler verildiğini hiç  düşündünüz mü? Yaptığını düşündüğü hatadan dolayı çocuğa ne beceriksizsin, bunu nasıl yaparsın, senden bunu hiç beklemezdim gibi tabirler uzak gelmiyor değil mi size de? Örneğin Freud çocuklarda tuvalet eğitiminde fazla titiz ve kuralcı davranılmasının çocuğu ileri ki yaşlarda mükemmeliyetçiliğe, aşırı titizliğe ve inatçılığa ittiğini belirtiyor.  Tüm bunları düşününce biz annelerin ne kadar önemli bir görev üstlendiğimizi anlamak çok da zor olmasa gerek. Bakıyorum internette bir çok yazıya, bir çok anneyi tuvalet eğitiminin ne kadar korkuttuğunu görüyorum.  Tuvalet eğitimi bir süreç… Oysa ki bunu da hemen tamamlanması gereken bir görevmiş gibi bakıyoruz çoğu zaman. Kaygılarımız yine fazla… Bizim bu mükemmel bir anne olmaya çalışacağım çabaları ergenlikle sona eriyor. Görüyorsunuz ki bu zamana kadar büyüttüğünüz yavrunuz size karşı gelmeye, sizi beğenmemeye başlamış. O zaman anlıyoruz ki demek ki ben çocuğumun gözünde mükemmel bir anne değilmişim. Oysa ki bu da bir yanılgı. Hani bu bir türlü kabullenememeler var ya işte bu dönem patlak veriyor. Hepimiz insanız. Hepimizin hataları, eksiklikleri olabiliyor.  Ergenliğe kadar mükemmel bir ailem var diyen çocuk, ergenlikle birlikte ailesinin de hataları, eksiklikleri olduğunu görüyor.  Büyük bir hayal kırıklığı ve reddediş belki de böyle başlıyor ne dersiniz? Oysa ki çocuklarımıza hata yapmayı öcü gibi göstermesek, büyüklerin de hata yapabileceğini ölümcül olmadığını öğretsek, nasıl bir hayatımız olurdu hiç düşündünüz mü?  
    
      Bizim çocuk büyütme stilimiz genelde ödül ve ceza üzerine…  Yani sonuç odaklıyız. Bir başarı karşısında oraya nasıl geldiğin değil önemli olan 1. olup olmadığın… Ya da bir hata karşısında o hataya neden düştüğün önemli değil,  çoğu kez direkt cezalandırma karşılığı… Aklın başına gelsin de bir daha bu hataya düşme… Korkular üzerine kurulmuş hayatımız. Kaygılanmamız çok normal.


        Bir de kendi geçmişimize bakalım, biz de benzer şekilde yetişmedik mi?  Oysa her insanı olduğu gibi görmeye çalışsak, onun yeteneklerini  alkışlasak, yapamadıkları, eksik kaldıkları konularda alay etmek, küçük düşürmek yerine destek olmayı tercih etsek veya yapmak istemiyorsan, yapamıyorsan haklısın yapma desek… Diğer yandan çocuklarımıza da başkaları konusunda bu şekilde hareket etme düşüncesini aşılasak ve davranışa dönüşmesini sağlasak.  Hayatımız o zaman ne yönde değişirdi acaba? İşte bu bakış açılarında, yarış içindeyken başkalarının düşünce ve duygularına odaklanmamız hemen hemen imkansız.  Ne diyeceğimizi, nasıl davranacağımızı bilememek çok normal.

      Danıştığım psikolog ve pedagogların ne yapmalı? Nasıl iletişim kurmalı? Konularında  bazı önerileri olmuştu bana. Hayatı olduğu gibi yaşamak…  Yapamadıkları değil, yapabildikleriyle ilgilenmek... Sizin bu bakış açınızla onlar da yapamadıkları ile değil yapabildikleriyle ilgilenecekler.  Böylece kendilerinde bir eksiklik hissetmeyecekler ve daha mutlu olacaklar. Bu hepimiz için geçerli değil mi? Aşağılık kompleksini içimize kim veya kimler yerleştiriyor acaba?

        Hayatın hemen her aşamasında arkadaş ilişkilerinde, eşlerle olan ilişkilerimizde sanki hep bir numara olma kaygısı yok mu? Oysa ki şimdi bilseydik ki hayatımızın amacının bir yere varmaktan ziyade o noktaya gidiş aşamasındaki yaşadıklarımızdan, duygusal ve düşünsel kazanımlarımızdan ibaret olduğunu çok şey değişebilirdi hayatımızda…  İşte anı yaşamak bu demek…  Oysa ki bizler hayatımızın hemen her yerinde yarış atı gibiyiz.  O nedenle de “şimdiyi” kaçırıyoruz. Akıp gidiyor yanımızdan yaşam.
          
          Bir gün bunu anladığımızda o zaman her şey daha farklı gözükecek gözümüze. Çünkü o zaman etrafımızdaki olup bitenleri fark etmeye başlayacağız. Hayat bir yarış değil… Bu dünyaya gelmemizde daha derin, daha anlamlı bir misyonumuz var. İçinde ne diyeceğini, ne yapacağını biliyorsun aslında… Bir insanın bedensel yeteneklerinin engelli olması değil önemli olan... Hepimiz her yeteneğe sahip miyiz? Sen güzel resim yapamıyorsun diye veya  basketbol oynayamıyorsun diye insanlar seni yadırgıyorlar mı? Yapabildiklerimiz de var yapamadıklarımız da... Bu konuya da aynı bakış açısıyla baktığımızda dünya daha farklı görünecek gözümüze... O zaman zihinsel engellerimiz ortadan kalkacak. Hayat demek paylaşmak demek, çoğalmak demek…. Gel katıl aramıza… Sen de etrafına bakan, fark edenlerden ol. Sen yoksan bir kişi eksiğiz çünkü….

Aytül Köktuna

Aytül'ün ikiz kızlarıyla yaşadıklarını harika sitesinde takip edebilirsiniz:





Not: Lütfen doktorunuzu dinleyin. Benim tavsiyelerim sadece benim tecrübelerim ve kişisel araştırmalarımdır. Teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve doktorunuzun tavsiyesinin yerini tutmaz. Sevgiler

Ana Sayfaya Dönün

5 yorum:

  1. Çok güzel yazmışsın Aytülcüm,gerçekten yarış atı gibi yetiştirildik.Hep daha çok,daha başarılı,daha daha..hep anları kaçırdık,eksikliklerimizden utandık.Dünya artık değişiyor bence,biraz daha sakinleştik sanki,içsellik daha bir konuşulur oldu.İnşallah bizler çocuklarımızda daha ana odaklı olabiliriz,öptüm:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tubacığım evet belki bazı anları kaçırdık ama, hiç bir şey için geç olmadığını da biliyoruz. Nereden yakalasak o da şanstır değil mi? Sevgiler canım..

      Sil
  2. Bu arada fotoğraf çok güzel,Hassas Anne'ye de sevgiler:)

    YanıtlaSil
  3. teşekkürler tubanne :)ben de bayıldım:)

    YanıtlaSil
  4. Aciklamali anlatimlarin icin tesekkurler Yazilarin devamini bekliyorum. http://www.guncelyazar.net

    Saygilar

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.